Zeynel Lüle
Türkiye yeniden AB ile bu konuda bir masaya oturmak ve 2013’ten beri değişen koşulları dikkate alan görüşme yaparak yeni bir ‘Yol Haritası’ çıkarmalı
Türkiye, Doğu Akdeniz’de arka arkaya gelen ‘Yaptırım’ kararlarından sonra eli kolu bağlı kalamazdı. Beklediğim adımı attı, kozunu oynadı ve özellikle Avrupa Birliği’ni telaşlandıracak bir hamleyle ‘Geri Kabul Anlaşması’nı (GKA) askıya aldı.
Neydi bu GKA hatırlayalım.
AB ve Türkiye arasında ‘Vize Serbestisi Diyaloğu’nun başlamasına paralel olarak 16 Aralık 2013 tarihinde GKA imzalandı. Türkiye bu anlaşma çerçevesinde kendi toprakları üzerinden kaçak olarak AB topraklarına geçen ve yakalanan göçmenleri, hızlı ve sistemli bir şekilde ülkeye geri almayı taahhüt etmiş oldu. Karşılığında da vize ile ilgili normal sürecin devam etmesi sağlandı.
Ancak siz de biliyorsunuz, vize serbestisi konusu çoğu zaman ‘siyasi koz’ olarak kullanıldı ve 72 kriterin 5’inin hala yerine getirilememiş olması nedeniyle tamamen tıkandı kaldı.
Yaptırıma karşılık GKA
Bu nedenle AB’nin tamamen ‘Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a destek amaçlı’ Doğu Akdeniz yaptırımları karşılıksız kalmamalıydı ve AB’yi bu alanda en çok incitecek adım Türkiye’den geldi.
GKA’nın askıya alınması kararı…
Türkiye’ye Doğu Akdeniz kıskacı
Doğu Akdeniz’de, sürdürülen enerji faaliyetlerinin dışında kalmak istemeyen Türkiye bu alanda tamamen yalnız
Türkiye, ‘Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetlerinde tamamen yalnız kaldı. Hiçbir destek bulamadı. Avrupa Birliği, Pazartesi günü bir dizi ‘yaptırım’ kararını arka arkaya sıralayacak. ABD’den de benzer kararlar geliyor. Üstelik Rusya da bu konuda Türkiye’nin yanında değil. İki gün önce “Kıbrıs’ın egemenliğine saygı duyulması gerektiği” yönünde Ankara’ya uyarı mesajı yolladı.
Avrupa Birliği yaptırım kararlarını somutlaştırdı.
ABD’nin yaptırımları
Türkiye’nin Fatih ve Yavuz sondaj gemilerini Kıbrıs açıklarına göndermesi ve bu gemilerin, KKTC tarafından verilen ruhsat ile bölgede doğalgaz aramalarına başlaması, sadece AB’nin, Güney Kıbrıs’ın veya Yunanistan’ın değil, Mısır, İsrail ve ABD’nin de tepkisine neden oldu. Benzer yaptırım sesleri özellikle ABD tarafından da seslendirildi.
ABD’nin Türkiye’yi ‘Antalya Körfezi’ne hapsetme niyetini, ayrıntılarıyla yine bu sütunlarda 28 Haziran tarihli bir yazıda ‘Türkiye Antalya’da demirli kalsın’ başlıklı bir yazıyla dile getirmiştim.
Avrupa Birliği’nden gelen ‘yaptırım’ sinyallerini, Amerika’nın zaten aldığı ‘yaptırımlarla’ birlikte okumakta fayda var.
-Türkiye’de nedense pek konuşulmuyor ama ABD Senatosu Dışişleri Komisyonu, 1987’den beri ABD’nin Güney Kıbrıs’a uyguladığı silah ambargosunu kaldırma kararı aldı.
-Yunanistan’a askeri yardım ve eğitim için 5 milyon dolar, Güney Kıbrıs’a ise askeri eğitim için 2 milyon dolar mali destek yapma kararı aldı.
-İsrail, Yunanistan ve G. Kıbrıs arasında enerji işbirliğini kolaylaştırmak için ‘ABD-Doğu Akdeniz Enerji Merkezi’ kuruluyor.
-ABD Doğu Akdeniz’de, Yunanistan, İsrail ve G.Kıbrıs ile ulusal güvenlik çıkarlarına uygun güçlü ve genişleyen bir ilişki ağı oluşturacak.
-Bu ülkeler arasında varolan enerji ile ilgili işbirliğinin derinleştirilmesi için her türlü önlem ve çalışma yapılacak.
-Bu ülkelerin Doğu Akdeniz’de güvenliğini sağlamak için askeri ve siyasi destek verecek. Türkiye’ye karşı bu ülkelerin korunması görevini üstlenecek.
-Daha sonra da Avrupa Birliği ile sırt sırta vererek, Balkanlar üzerinden doğalgazı Avrupa’ya taşıyacak. ABD, bekçiliği karşılığında doğalgaz ve enerji zenginliklerden büyük pay alacak.
Diplomasi işlemiyor, karşılıklı ‘hamaset’ nutukları atılıyor.
Bu aşamaya nasıl gelindi? Neredeyse 20 yıl öncesine dayanan bu konunun diplomasiyle çözümü mümkün değil miydi? Kim nerede yanlış yaptı? Bölgede savaş ihtimali var mı?
Savaş çıkar mı?
Yaklaşık 20 yıl kadar önce Doğu Akdeniz’de zengin doğalgaz kaynaklarına yönelik birtakım öngörüler yayınlanmaya başladı. Kıbrıslı Rumlar, 2002’den itibaren ‘kıyıdaş’ ülkelerle (Mısır, Lübnan, Suriye, İsrail) Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşmaları yapmaya başladı. Türkiye ise Kıbrıs Türkleri ve Türkiye’nin haklarının çiğnendiği gerekçesiyle bu anlaşmaları BM’ye taşıdı ve kendi münhasır ekonomik bölge haritalarını BM nezdinde onaylattı.
Ancak buna rağmen Kıbrıs, 2007’nin başında 13 adet arama sahası ilan etti ve büyük petrol şirketlerine ruhsat verme aşamasına geçti.
Buna karşılık olarak Türkiye, Doğu Akdeniz’de kendi ekonomik bölgesinde Kuzey Kıbrıs’ta adanın kuzeyi ve doğusunda belirlediği bölgelerde TPAO’ya arama ruhsatları verdi.
Gerginlik, Doğu Akdeniz’de zengin hidrokarbon yataklarının keşfedilmesi ve uluslararası büyük enerji şirketlerinin bölgeye akın etmesiyle birlikte 2010’dan itibaren daha da arttı.
Türkiye’nin önce Fatih, sonra da Yavuz gemilerini bölgeye göndermesi, tepkilere yol açtı. AB’nin, ‘Kıbrıs’ın egemenlik haklarına tecavüz’ olarak adlandırdığı bu durum, ABD tarafından da ‘kışkırtıcı tutum’ olarak nitelendirildi.
Bölgede zaten Suriye vakası nedeniyle askeri hareketlilik yaşanıyor. Rusya, Fransa, İngiltere ve ABD’nin önemli ölçüde deniz gücü bölgede konuşlanmış durumda. Türkiye ve Yunanistan da aynı şekilde asker gücüne sahipler. Tarafların kolaylıkla ellerini tetiklere götürecekleri düşünülmüyor ancak, bu kadar askeri gücün bulunduğu bir yerde her türlü kışkırtıcı tutumun tehlikeli olduğu da bir gerçek.