Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi”nin (AİHM) 2019’a ait bilançosunda Türkiye’nin yeri oldukça vahim.
Türkiye, hakkında en çok dava açılan ikinci ülke, (Rusya’dan sonra) ama ‘düşünce ve ifade özgürlüğünden yargılanan birinci ülke’ konumunda. Hem de 47 Avrupa ülkesi arasında…
İfade özgürlüğünü ‘ihlal’ eden ve AİHM nezdinde mahkum olan Türkiye’den yapılan
başvuruların bir çoğu, Cumhurbaşkanı’na hakaret davaları…
Kısa bir süreden beri Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Erdoğan, tam 17 bin ‘hakaret davası’ açmış. Çarpıcı
bir örnek olması açısından söyleyeyim, 7 yıl bu görevde bulunan Abdullah Gül’ün açtığı
dava sayısı 800 civarında. Demirel’in 150, Özal’ın 170 civarında…
Şimdi yeniden dönelim AİHM’deki Türkiye’nin durumuna…
Gezi davasından yargılanan iş insanı Osman Kavala’nın AİHM’den çıkan ‘Derhal serbest
bırakılmalıdır’ kararına rağmen tutukluluğu sürüyor. Aynı şekilde Selahattin Demirtaş için
de benzer bir AİHM kararı var. Türk yargısı henüz bu kararlara uymadı.
İç hukukla uluslararası hukuk arasındaki ilişki ve bu anlamda uluslararası hukukun temel
kaynağı olan uluslararası anlaşmaların iç hukuktaki yeri, artık tartışılmayacak kadar net.
Bu ilişkiye dair kurallar Anayasa’da belli. Türk Hukukunda bu mesele, hem 1961 hem de
1982 Anayasası dönemlerinde yoğun biçimde tartışıldı ve farklı görüşler/çözümler öne
sürüldü. Ancak, özellikle Anayasa’da 2004 yılında yapılan bir değişiklikle eski
tartışmaların tamamen sona erdiğini söyleyelim. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS),
en prestijli, getirdiği zorunlu yargı sistemi ve kurduğu yargı organı ile insan haklarının
korunması bağlamında en etkili uluslararası metindir. AİHS’in Türk Hukukundaki yeri ve
etkisi esastır. Türkiye’nin Sözleşme kapsamında son yıllara kadar en fazla dava edilen ve
aleyhine en fazla ihlal kararı verilen devletlerden biri olması, bu ilişkiyi daha da önemli
hale getiriyor.
Sözleşmenin yargı organı olan AİHM, aldığı kararlar ve oluşan içtihatlarla sözleşmeyi
‘dinamik bir belge’ olarak sürekli geliştiriyor. İçerdiği güvencelerin kapsamını
genişletiyor. Mahkeme’nin kararlarının bağlayıcı olup, tespit ettiği ihlalin ortadan
kaldırılması için gereken her şeyi yapmak, tüm taraf devletlerin üzerinde bir yükümlülük
olduğu unutulmamalı. Anayasa değişikliğinin yapıldığı 2004 öncesi döneme dair, gerek
öğretide gerekse içtihatta farklı yaklaşımlar olsa da, Anayasa’nın 90. maddesinin 5.
fıkrasındaki “kanun hükmündedir” ibaresi çok açık ve nettir. Anayasa’nın 90/5. maddesine
“usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası
andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek
uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır” şeklinde bir cümle eklendi.
Böylece temel hak ve özgürlüklere ilişkin Türkiye’nin taraf olduğu bir uluslararası
anlaşma ile kanun hükmü arasındaki bir çatışmada, uluslararası anlaşmaya üstünlük
tanınacağı açıklığa kavuşturuldu.
AİHM, Türk hukuk sisteminin en üst yargı organıdır. Kararları esastır.
Bu böyle biline…