23 Kasım 2024 Cumartesi
Konuşan kafalar ya da “Vekalet müsamereleri” – Faruk Bildirici

Konuşan kafalar ya da “Vekalet müsamereleri” – Faruk Bildirici

TV programlarında gazeteciler, soru sorabilir; görüşlerini, analizlerini aktarıp değerlendirme yapabilir. Ama gazeteciler, partili gibi konuşmamalı, kesinlikle de bir partinin sözcüsü ya da temsilcisi gibi davranmamalı.

Kanal D ve Olay TV’de genel yayın yönetmenliği de yapan yılların gazetecisi Süleyman Sarılar, haber televizyonlarındaki tartışma programlarını “vekalet müsamereleri”ne benzetti:

“Bu süreçte TV yönetici olsam, gazetecileri siyasal bir tartışmaya asla konuk almam. Varsa yorumlarını habere yansıtırım. Partili kimlikleri sadece partili kimliklerle tartıştırırım.

Eğer siyasal partilerin görüşlerini doğrudan resmi temsilcileri aracılığıyla ekrana yansıtamıyorsak vekalet müsamerelerinin aracı olmamamız gerek. Bir muhalefet yetkilisinin muhatabı aynı düzeyde iktidar yetkilisi olmalı. Farklı görüşten gazeteciler konuğa soru sormalı.”

Sarılar’ın özetle aktardığım eleştirilerine katılıyorum. Haber kanallarının tartışma programlarında doz aşımı yaşanıyor. Sayısını bilemediğim, onlarca haber kanalı “konuşan kafalar” ile dolu. Akşam hangisini açsanız bir programda 3 ya da 4, bazen daha fazla sayıda siyasetçi, gazeteci, akademisyen, araştırmacı gibi isimler konuşuyor da konuşuyor.

A Haber, TGRT, Akit, 24, TVNet ve TRT Haber gibi kanallarda konukların tümü zaten iktidar yanlısı olduğu için karşılıklı bir fikir alışverişi, tartışma olmuyor. Temsilciden öte “Militan” denecek kadar katı iktidar savunucusu gazeteciler de görüyoruz bu TV’lerde.

Halk TV, KRT ve Tele1’de de durum çok farklı sayılmaz. Bu ekranlara çıkanlar da “muhalif” isimler olduğu için tartışma yerine gelişmelere ilişkin değerlendirme ve eleştiriler öne çıkıyor. Muhalif kanallardaki gazeteciler de yer yer “parti temsilcisi” gibi konuşuyor…

NTV, CNN Türk, HaberTürk, Global, TV100 gibi kanallarda iki taraftan da konuklar ekrana çıkarılarak “tarafsız” ve tüm görüşlere yer veriyor gibi görünmeye çalışılıyor. Ama iktidar yetkilileri, genellikle ekrana tek çıkmayı tercih ediyorlar; muhalefet temsilcileri ya da muhalif isimlerle karşı karşıya gelmekten kaçınıyorlar.

O zaman da arada kalan bu kanallar, bazen muhalefet partilerinden isimleri ekrana getirebilseler de çoğunlukla gazetecilerin de aralarında bulunduğu “yorumcu”lara iktidar ya da muhalefet “temsilciliği” rolü verip, onları tartıştırıyorlar.

Zaten oturma düzeni de buna göre ayarlanıyor; iktidar ve muhalefet “temsilcileri” karşı karşıya oturtuluyor. Fikirlerin yarıştırıldığı bir ortamdan ziyade bir “ring” havası yaratılıyor. Kavgalar yaşanan, zaman zaman tansiyonun yükseldiği bu programlarda konuşmacılar çoğu kez birbirini dinleme gereği bile duymuyor.

Bu kanallarda ekranlara gelen isimler giderek de sabitleniyor, her programda aynı yorumcular yer alıyor. Bazı kanallarda program başına ücret de ödenen bu kişiler artık o kanalın “yorumcusu” olarak işlev görüyor ama bu durum izleyiciye duyurulmuyor.

Asıl olarak bu aradaki kanalların çoğunda Sarılar’ın tanımlamasıyla “Vekalet müsamereleri” yaşanıyor. Hatta CNN Türk’de iyiden iyiye iktidar ve muhalefete “temsil kontenjanları” tanınmış durumda. Özellikle muhalefeti temsilen ağırlıkla “mış gibi” yapan isimler “temsilci” seçiliyor.

Bu müsamereler “parti temsilcisi gazeteciliği” sıradanlaştırarak gazeteciliğin güvenilirliğini zedeliyor; inanılırlığını ortadan kaldırıyor. TV programlarında gazeteciler, soru sorabilir; görüşlerini, analizlerini aktarıp değerlendirme yapabilir. Ama gazeteciler, partili gibi konuşmamalı, kesinlikle de bir partinin sözcüsü ya da temsilcisi gibi davranmamalı.

“TV izleyicileri geri zekalı mı?”

“Haber programlarında, sunucuların izleyicilere öğretmen gibi ders vermesinden bıktım. Her sunucu kendisi çok bilen, izleyicileri de geri zekalı yerine koyup, haber değil ders veriyor. Türkiye’de yorumsuz haber dinlemek mümkün olacak mı? Bu durum sadece beni mi rahatsız ediyor?” Psikolog Acar Baltaş, sosyal medyada böyle soruyordu.

Acar Baltaş’ın yakındığı bu sorun bir süredir benim de dikkatimi çekiyor. Haber sunucularının neredeyse tamamı “yorumcu” rolüne soyunmuş durumda. Bu iktidar döneminde tüm ülkede yaşanan kutuplaşma medyaya da yansıdı. Bunun sonucu olarak haberlere yorum yapma ve habercilikteki yetersizliği yorumla kapatma yöntemi benimsendi. Eleştirel ve bağımsız medyadaki bu yöntem zamanla iktidar medyasına da yansıdı.

Ama haber aralarında bir iki cümleyle başlayan bu yöntem, o kadar abartıldı ki, son zamanlarda haberden çok yorum yapılmaya, haber sunucularının yorumcuya, hatta birer paneliste dönüşmelerine yol açtı. Konuştukça da kendi seslerinin şehvetine kapılıyorlar.

Sanırsınız her konuyu derinlemesine biliyorlar; bütün problemin çözümünü en iyi onlar biliyor!

Artık bazı prime time kanalları ve haber TV’lerinin bültenlerinde haber cümlelerini seçmek özel çaba gerektiriyor. TV yöneticileri anlamazdan gelebilir ama izleyiciler, haber bülteninde “yorum arası az biraz haber” vermenin yanlışlığını fark etti bile.

Türkiye’yi ağlattınız, bravo

“Depremde ailesini kaybetti, kızının sesli mesajlarıyla yıkıldı” başlıklı haberde, depremde iki kızı ve eşini kaybeden Mümtaz Gövce’nin sözleri aktarılıyordu:

“10 yaşındaki kızım enkaz altındayken bana ‘Baba annemlere ulaşamıyorum, galiba ben de öleceğim’ diye sesli mesaj atmış. Ancak şebeke çekmediği için bana mesaj gelmedi.”

Gövce, DHA’nın yaptığı görüntülü söyleşide kızının gönderemediği mesajı da dinletiyordu. Bu söyleşi, sosyal medyada, televizyonlarda ve internet sitelerinde 10 yaşındaki kızın son anlarında gönderdiği o sesli mesajla birlikte yayımlandı.

O travmatik mesajı dinleyip de sarsılmamak mümkün değildi. Nitekim Habertürk spikeri Serap Belet, sesli mesajı yayımlarken gözyaşlarını tutamadı. Takvim gazetesi de “İletilemeyen sesli mesaj Türkiye’yi ağlattı” başlığıyla haberleştirdi o mesajı.

Felaketlerle sarsılan Türkiye’yi bir kez daha ağlatmak nasıl bir vicdana sığar? Birazcık sağduyu, mesajı dinletmeden sadece babanın anlatımıyla yetinmek gerektiğini görürdü. Bir küçük çocuğun son anlarına ulusça tanıklık etmek zorunda bırakılmamalıydık. Sesli mesajın yayımlanması ulusça yaşadığımız travmayı büyüttü, tekrar tekrar üretilmesini sağladı.

Kaldı ki, habere olan ilgiyi artırmak dışında bir “katkı” da sağlamadı. ≈Okur görüşü:

Durmuş Mert: Eskiden gazeteler 8 sayfa olurdu ama çeşitlilik olurdu. Sayfa sayısı çok olunca gazete daha dolu olmuyor. Elimde tuttuğum gazete başta olmak üzere şimdiki gazeteler çok asık suratlı. Karikatür yok, mizah yok, grafik yok. Eskiden tam sayfa karikatürler olurdu; mizah ekleri verilirdi. Hafta sonlarını iple çekerdik. Kupkuru gazetelere mahkûm olduk.

Hakan Ulukan: Tarım arazisi TV’lerde sıkça kullanılıyor. Biz akademisyenler, “tarım alanı” ya da “tarım toprağı”nı kullanırız. Arazi kelimesi, üzerinde bitkisel ya da hayvansal üretim yapılmayan, inşaat yerini belirtmek için ayrılmış, etrafı telle çevrili toprak parçasıdır.

Kısa kısa:

  • İyi Parti Genel Başkanı Akşener’in biri Kılıçdaroğlu, diğeri İmamoğlu ve Yavaş ile fotoğrafı bulunan iki seçim afişi hazırlanmasına karşın Yeni Şafak, afişlerden birini görmezden gelerek “Akşener’in afişinde Kılıçdaroğlu yok” başlıklı haber yayımladı.
  • 1999 öncesi yapılan binaların depremde yıkılanlar içindeki oranını 11 Şubat’ta yüzde 95, 23 Şubat’ta yüzde 98, 10 Mart’ta yüzde 96.7 olarak açıklayan Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ciddi bir kafa karışıklığı sergiledi.
  • Korkusuz, bir kadın cinayetini “Ayrılan sevgilisinin kafasına sıktı / Aşk cinneti” diye meşrulaştırarak yayımladı.
  • Akşam yazarı Hikmet Genç, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun Malatya’da Cuma namazına gittiği haberinin doğru olmadığının ortaya çıkmasından hem de üç gün sonra “Cuma namazlarına da başladı mücahit By Kemal” diye yazdı.
  • Karar gazetesinin “Depremzedelere ‘Konteyner kenti boşaltın’ tebligatı” haberinde bu tebligatı kimin ya da hangi kurumun yaptığı bilgisi yer almıyordu.
  • Türkiye gazetesi “İlk tespitlere göre Erdoğan açık ara önde” başlıklı haberinde, kaç kişiyle, ne zaman, nerede, hangi şirket tarafından yapıldığı belli olmayan ve hatta “net sonuçları hafta sonunda çıkacağı belirtilen” bir ankete dayandırdı.
  • Yeni Akit, TÜSİAD açıklamasında “toplumsal cinsiyete duyarlı kriz yönetimi stratejilerine öncelik vermeliyiz” denilmesinde bile “eşcinsel propagandası” keşfetti!
  • ABD’de yaşayan eski oyuncu Tolga Karel’in aralıklı olarak tekrarladığı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı destekleyen paylaşımları bu kez Cumhuriyet internette haber oldu.
  • AA, abonelerine bir gece önceden verdiği gündeme Erdoğan’ı dahil etmiyor; onun günlük programını daha sonra diğer siyasetçilerden ayrı olarak “Gündem Ek” diye duyuruyor.
  • Hürriyet, Sabah’ta Dilek Güngör’ün yazdığının tersine, Adnan Oktar’ın tutuklanmadan önce yaşadığı villayı Rus oligark Roman Abramoviç’in değil Rus milyarder Boris Borisenko’nun satın aldığını yazdı.
  • Yeni Şafak’ın “Adliyeler depremden sağlam çıktı” başlıklı haberinin içinde Hatay adliyesinin az hasarlı, Malatya adliyesinin ise ağır hasarlı olduğu belirtiliyordu.