Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerine yeşil ışık yaktı. Peki Türkiye’nin talepleri 10 maddelik memorandum ile karşılandı mı? Metnin hukuki bağlayıcılığı nedir?
Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasında dün gece üçlü memorandum imzalandı.
Ankara, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerini bir süredir özellikle terör örgütleri ile işbirliğine yönelik taleplerini öne çıkartarak veto ediyordu.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 16 Mayıs’ta yaptığı açıklamada “Her iki ülkenin de terör örgütlerine karşı açık, net bir tavrı söz konusu değil. Kaldı ki bu süreç içerisinde bu terör örgütlerine karşı kalkıp, ‘Biz karşıyız’ deseler bile ki, tam aksine teslim etmeleri gereken bazı teröristlerle ilgili teslim etmeyeceklerine dair açıklamaları var. Velev ki teslim edeceklerini dahi söyleseler biz şuna inanırız; bir delikten iki kez Müslüman sokulmaz” ifadelerini kullanmıştı. Ancak geçen sürede gerçekleştirilen diplomatik temaslarda ilerleme sağlandı ve bu iki ülke “terör” konusunda ılımlı mesajlar verdi. Madrid’de dün akşam düzenlenen dörtlü toplantı ile de tam uzlaşıya varıldı.
İmzalanan 10 maddelik memorandum ile Türkiye’nin endişeleri giderildi, talepleri karşılandı mı?İmzalanan muhtıranın hukuku bağlayıcılığı nedir ve Ankara’nın elinde hala hangi kozlar var? Bu uzlaşmada ABD’nin rolü neydi? Bu soruları EDAM Direktörü Sinan Ülgen ile konuştuk.onuştuk.
DW: Uzlaşıya dair genel görüşünüz nedir? Gerek Türkiye gerekse NATO açısından artıları ve eksileri neler?
Sinan Ülgen: Uzlaşıya dair önce şunu vurgulamak lazım: Diplomatik bir başarı olduğunu söylemek gerekiyor. Çünkü zor bir konuda hem Türkiye hem de İsveç ve Finlandiya içerde kendi seçmenleri bakımından tatmin olacakları bir uzlaşıya imza attılar. Türkiye büyük ölçüde istediklerini elde etti. Diğer hükümetler de içerde fazla zorlanmayacakları bir uzlaşıya imza atmış oldular.
Türkiye’ye gelmeden önce bunun en büyük kazananı tabi ki NATO oldu. Çünkü NATO genişlemesi hele hele bu siyasi ve güvenlik konjonktüründe çok önemli. Onun önündeki engeli kaldıran bir mutabakat metni ortaya çıkmış oldu.
Türkiye açısından baktığımızda ise belli başlı kazanım İsveç ve Finlandiya’nın özellikle PKK ve bağlantılı örgütlere yönelik bunlarla mücadelesindeki iradeyi güçlü bir şekilde vurgulaması oldu. Bu iki ülkede de yakın zamanda değişen terörle mücadele yasaları var. Şimdi bu yasaların uygulamasını göreceğiz. Ama burada bu uygulamanın gerekli ciddiyetle yapılması ve PKK’nın metinde atıfta bulunulan özellikle eleman devşirme, finansman gibi faaliyetleri konusunda bu hükümetlerin bundan sonra çok daha engelleyici bir tavır içinde olmalarının yolu açılmış oldu. Bu birincisi. İkincisi bu metin bağlamında üstlenilen farklı sorumluluklar var. Fakat bu sorumlulukların 9. maddede ifadesini bulan daimi komite üzerinden izlenmesi konusunda bir mutabakat çıktı. Bu kanaatimce çok önemli çünkü böylelikle Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasında kalıcı bir mekanizma oluşturulmuş olunuyor. Bu aslında üyelik sürecinin de ötesine geçen bir mekanizma. Bir anlamda sorulan bu ülkelerin üstlendikleri taahhütleri üye olduktan sonra artık uygulamamalarına yönelik hususuna yanıt teşkil ediyor.
Ayrıca bu ülkeler Türkiye’ye yönelik silah ambargolarını kaldırdılar. Buna yönelik de bir taahhüt üstlendiler. Ama en önemlisi geneli itibariyle Türkiye nispeten erken bir aşamada bu mutabakata imza atmakla Madrid’de bu ülkelere yeşil ışık yakılmasının önünü açtı ve böylelikle aslında önümüzdeki vadede karşılaşabileceği bazı baskılardan kurtuldu. Ayrıca bugün Biden ile Erdoğan arasında bir görüşme olacak. Bütün bunları kazanım olarak görmek lazım.
DW: Peki Türkiye istediğini tam olarak aldı mı? Belgenin hukuki bağlayıcılığı nedir?
Sinan Ülgen: Türkiye’nin beklentileri açısından bakıldığında bu beklentilere büyük ölçüde bir yanıt alındı ama tabiatıyla şunu akılda tutmak lazım. Bu bir uluslararası anlaşma değil, bir mutabakat muhtırası. Dolayısıyla aslında bir hukuki bağlayıcılığı yok, bir siyasi irade beyanı. Ama muhatap hükümetler belli başlı konularda bu siyasi irade beyanını sergilemiş oldular. Şimdi bunun hayata geçirilmesi aşamasına geleceğiz. Burada daimi komisyonun bir işlevi olacak ama şunu da hatırda tutmak lazım. Türkiye bu aşamada vetosunu kaldırdı ama sürecin ilerleyen aşamalarında yeniden bir veto hakkı var. Özellikle katılım anlaşması imzalandıktan sonra bunlar Meclisler tarafından onaylanacak, dolayısıyla TBMM’ye de gelecek. O noktada Türkiye yeniden bir değerlendirmede bulunacaktır.
DW Türkçe: PKK-YPG konusunda tam bir “terör örgütü” bağlantısı kurulabilmiş oldu mu? Çünkü metinde YPG için doğrudan bir terör örgütü denilmediği eleştirileri var.
Sinan Ülgen: YPG ve FETÖ konusunda şöyle yorumlamak lazım: Metnin 4. maddesinde bu iki örgüte atıfta bulunuluyor. Bir uluslararası metinde konunun bu şekliyle yer alması bir ilk. Bu açıdan Türkiye’nin bir kazanımı olarak görmek lazım. Ancak bu örgütler doğrudan bir terör örgütü olarak tanımlanmıyor. Zaten böyle bir beklenti çok gerçekçi değildi açıkçası özellikle ABD’nin tutumundan dolayı. Ama aynı maddenin devam eden cümlelerinde terörle mücadeleye ve terörün her türlüsü ile mücadeleye ilişkin atıflar var. Bu Türkiye’nin istediği, tercih ettiği bir terminoloji. Dolayısıyla iki tarafı da aslında tatmin eden bir diplomatik formül bulunmuş oldu. Çünkü Finlandiya ve İsveç ‘bu örgütleri terör örgütü olarak nitelendirmedim’ diyecektir iç kamuoyunda. Türkiye de ‘evet ama bu örgütlere atıflar terörle mücadele ile ilgili paragraf altında geçiyor’ diyecektir. Böyle bir ara formül bulunmuş oldu.
DW Türkçe: Bu sonucun elde edilmesinde ABD faktörü ne kadar etkili oldu? Toplantı öncesinde Biden ile Erdoğan telefonla görüştü ve bu akşam da bir araya gelecekler. Erdoğan bu görüşmeyi uzun süredir istiyordu.
Sinan Ülgen: Bu neticede ABD faktörü rol oynamış gibi gözüküyor. Çünkü sürecin uzamaması için ve Madrid zirvesi öncesinde anlaşma sağlanması için son dakikada ABD Başkanı devreye girdi. Dün Erdoğan ile yaptığı telefon konuşmasında bu konudaki beklentisini dile getirdi.
DW