25 Kasım 2024 Pazartesi
Ne olursan ol, Fransız ol! – Zeynel Lüle yazdı

Ne olursan ol, Fransız ol! – Zeynel Lüle yazdı

Son dönemlerde Fransa’da, Voltaire’in, Rousseau’dan kalan laik değerlerden, Cumhuriyet’in temellerinden giderek uzaklaşıldı

Fransa son dönemlerde Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un siyasetiyle ‘kendi İslam’ anlayışını yaratma ve ülke geneline yayma çabasına girişti. Bu mümkün olabilir mi? Üstelikte, ikinci dini ‘Müslüman’ olan bir ülkede… Fransa’nın tarihsel ‘laiklik’ anlayışı, bunun gerçekleşmesini mümkün kılar mı?

Yıllarca bu ülkede yaşamış, hatta eğitiminin bir bölümünü orada yapmış biri olarak, bunun çok kolay olmayacağı düşüncesindeyim. Bu çaba ancak, aşırı sağ partilerin güçlenmesine yarayacaktır.

Şöyle ki; bugün Fransa’da yaşayan Müslümanlar, bir yandan yaygınlaşmakta olan ırkçılığın, diğer yandan da Fransız kurucu düşüncesinin Fransız değerleri üzerinden ürettiği genel politikaların yol açtığı mağduriyet durumuyla karşı karşılar. 60 milyonluk Fransız nüfusunun yaklaşık olarak altı milyonunu Müslümanlar oluşturuyor. Müslüman nüfus genel olarak Cezayir, Fas ve Tunus gibi Kuzey Afrika kökenlilerden oluşuyor. Hristiyan nüfusun yaklaşık olarak yüzde 80’nini oluşturan Katoliklerden sonraki en yaygın dinî kimlik İslâm’dır. Ancak, nüfus olarak önemli bir sayıya sahip olmalarına rağmen Fransız toplumunda ikinci sınıf muamelesi görmekteler.

Fransa’daki laiklik anlayışı, Avrupa’da 17. ve 18. yüzyıllardan itibaren gelişmeye başlayan aydınlanma düşüncesi geleneğine dayanıyor. Bu anlayışın hiç kuşkusuz en önemli temsilcisi, özgürlüğü “dinden arınmak” olarak gören Voltaire’dir. Dinsel değerlerin yerini aklın almasını savunan kişidir. Ona göre akıl, insanları yanılgılardan, boş inançlardan ve dogmalardan kurtararak aydınlatan tek kurtuluş reçetesi ve rehberidir.

Aynı zamanda Rousseau tarafından ortaya atılan “yurttaşlık dini” anlayışı da mevcut laiklik anlayışını geliştirmiş, toplumun ve devletin temeline dinsel değerler ve normlar yerine toplumsal kuralları ve yasalar yerleşmiştir. Rousseau’ya göre bu ahlâkî yasayla uyumlu bir din kabul edilecek, ters düşenlerse yasaklanacaktır.

Fransa’da laikliğin düşünsel temelleri Voltaire ve Rousseau’ya dayanır. Bu iki düşünürün oluşturduğu düşünce geleneği hem Fransız laikliğinin, hem de genel olarak cumhuriyetçi düşüncenin ana referansını oluşturur.

Bugün Fransa’da resmî olarak tanınan herhangi bir inanç veya din yoktur. Dolayısıyla din adamların maaşları ya da dini mabetlerin giderlerini devlet değil, olabildiğince yerel yönetimler ya da sivil toplum kuruluşları karşılar. İstisnası ise, benim de uzun yıllar kaldığım Strasbourg kentinin ‘Başkent’ olduğu, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Fransa’ya geçen Alsace-Moselle bölgesidir. Bu bölgede Katolik, Luteryan, Kalvinist ve Yahudi din adamlarının maaşları devlet tarafından ödenir. Okullarda bu dört inançla ilgili dersler din adamları tarafından verilir. Strasbourg Üniversitesi’nde bu dört inanca göre eğitim veren teoloji bölümleri yer alır.

Macron’un girişimiyle kendi ‘İslam anlayışını’ ülkeye yerleştirmek, Voltaire ve Rousseau’nun ‘laiklik’ anlayışı çizgisini sürdüren Fransa’da nasıl mümkün olacak? Devlet okullarında din derslerinin verilmediği Fransa’da, ‘Müslüman Din Adamı’ yetiştirmek mümkün olabilir mi?

Fransa’da devlet adamları konuşmalarını, ‘Yaşasın Fransa, Yaşasın Cumhuriyet!’ diye tamamlar. Cumhuriyet, farklı ırkların ve etnik grupların ‘Fransız kimliği’ altında bütünleşmesidir. Cumhuriyetçi kimlik Fransa’da, farklılıklardan arınmış, benzeşmiş insanlar topluluğudur. Fransız devriminin üç değeri olan özgürlük, eşitlik ve kardeşlik bu düşüncenin bir ürünüdür ve Fransız modeli, “devlet”, “ulus” ve “kültür” üçlüsünün el ele gittiği bir yapıdır. Tek kimlik ve aidiyet modeli.

Başka bir deyişle, ‘Ne olursan ol, sadece Fransız ol!’dur. Son dönemlerde Fransa’da, Voltaire’in, Rousseau’dan kalan laik değerlerden, Cumhuriyet’in temellerinden giderek uzaklaşıldı. Kültür birliği sağlanamadı. Sadece Fransa’yı değil, Avrupa’yı sarsan aşırı sağcıların, ırkçıların, dayatması ağır bastı. Bu türlü partilerin seçmenler açısından da ‘çekim alanı’ haline gelmesi, klasik partileri ve politikacıları da etkiledi. Klasik partiler, ‘aşırı uçlara’ oynamaya başladı.

İşte şimdi ülkede yaşanan zorluk ve başa çıkamama sorunu bundan kaynaklanıyor.