Gümrük Birliği’nin modernizasyonuna giden yolun büyük ölçüde doğu Akdeniz’den geçtiğini söylemek mümkün. Ankara’nın, ulusal çıkarlarından feragat etmeden bölge ülkeleri ile ilişkilerini düzeltmesi gerekmektedir. Hükümetin, Türkiye ve AB’nin ulusal çıkarları arasındaki kesişme noktalarını öne çıkarması, sağduyulu ve ihtiyatlı bir siyaset uygulaması sürece katkı sunacaktır.
Almanya’nın Temmuz 2020’den itibaren altı aylığına Avrupa Birliği (AB) Bakanlar Konseyi’nin Dönem Başkanlığı’nı üstlenecek olması Türkiye’de karar vericiler arasında, medyada ve uzman çevrelerde beklentilere yol açmıştı. Berlin’in, Gümrük Birliği’nin (GB) güncellenmesi sürecini ilerletebileceğini, hatta Türkiye–AB ilişkilerinin normalleştirilmesine katkı sunabileceğini dahi düşünenler olmuştu. Ancak Doğu Akdeniz’deki Türkiye ile Yunanistan ve Fransa arasındaki gerilim, GB’nin modernizasyonu meselesini siyasal gündemin dışına itti.
Öyle görülüyor ki daha uzun bir süre Türkiye–AB ve Türkiye–Almanya ikili ilişkilerinin gündemini Gümrük Birliği’nden farklı konu başlıkları belirleyecek. Almanya’nın Türkiye ile özel ilişkilerinden ve Ortadoğu bölgesindeki çıkarlarından dolayı – örneğin Fransa’dan farklı olarak – Türkiye’ye karşı daha dengeli bir tutum içinde olduğu görülüyor.
Burada öncelikle altının çizilmesi gereken nokta ise AB’nin Türkiye için ekonomik, siyasal ve sosyal bakımdan son derece önemli bir bölgesel blok, ulusüstü bir yapılanma olduğudur. Ayrıca süreç tıkanmış, müzakereler fiilen durmuş olsa da Türkiye resmen AB üyeliğine aday ülke olmaya devam ediyor. AB Türkiye’nin en önemli ticaret partneri ve birlik içinde 5 milyona yakın, Almanya’da ise 3 milyonun üzerinde Türkiye kökenli nüfus yaşıyor. Bunların büyük bir kısmı bulundukları ülkelerin vatandaşı ve dolayısıyla o ülkelerin partilerinde, parlamentolarında yer alarak ülke siyasetinde bir şekilde söz sahibi olabilmektedirler.
Öte yandan Türkiye de AB için siyasal, jeopolitik ve sosyal bakımdan adeta vazgeçilmez bir ülke. Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının kesişme noktasında olmasından dolayı Türkiye hem AB güvenliği için önemli hem de Kuzey Afrika, Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya pazarlarına açılan bir kapı, bir sıçrama tahtası. Bundan başka Türkiye zengin doğal gaz yataklarına sahip olan Hazar Denizi havzası ile doğalgaza en çok ihtiyaç duyulan Avrupa arasında bir enerji koridoru ve enerji merkezi (energy hub) olma yolunda ilerliyor. Dolayısıyla enerji kaynakları ve güzergahları güvenliği bakımından da kilit bir ülke. Ayrıca AB’nin ve Almanya’nın da mülteci meselesinde ve terörle mücadelede Türkiye’nin iş birliğine ihtiyacı var.
Dolayısıyla GB sadece ekonomik açıdan değil, siyasi bakımdan da son derece önemli, çünkü hali hazırda AB ile Türkiye’yi bağlayan en güçlü bağ ve ilerisi için daha kapsamlı iş birliği potansiyelini de barındırıyor.
O halde GB süreci neden işlememektedir? Türkiye ile AB arasındaki GB’nin modernizasyonu, yani kapsamının genişletilmesi, uygulamalarının derinleştirilmesi ve ticari ihtilafların çözümü için etkin tahkim mekanizmalarının eklenmesi, iki tarafın da yararına olmasına rağmen, süreç 2014 yılı itibariyle durmuş durumda. Bu noktada Fransa’nın Akdeniz politikası devreye girmektedir.
Ancak bu meselenin kavranabilmesi için Almanya’nın jeopolitiğinin temelini oluşturan temel noktayı da dikkate almamız gerekmektedir. Almanya’nın stratejik çıkarlarının başında AB’nin siyasal bütünlüğünün korunması gelmektedir. Bundan dolayı tercihlerini son tahlilde hep Fransa ve Yunanistan’dan yana koymakta, bundan sonra da bu yönde hareket edeceği varsayımıyla hareket edilmesi gerekmektedir. Bu nokta burada tartışacağımız GB’nin modernizasyonu konusu için de son derece açıklayıcı.
Bu meselenin daha detaylı irdelenmesinden ve Türkiye–AB ve Türkiye–Almanya iktisadi ilişkilerine göz atılmadan önce GB’ne giden süreci özetlemek faydalı olacaktır.