30 Aralık 2024 Pazartesi
Melih Altınok’un esprisine esprili bir yanıt – Faruk Bildirici

Melih Altınok’un esprisine esprili bir yanıt – Faruk Bildirici

Yanılmışım, Melih Altınok, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisini gazetecilere alkışlatmasını “görmezden gelmemiş”, “sadece önemsemediği” için bu konuya değinmemiş! Sabah’taki yazısında böyle yanıtlıyor tutarsızlık eleştirimi.

    Aslında Altınok, “önemsememek” ile kalmıyor Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gazetecilerden alkış istemesini, oradaki bazı gazetecilerin de onu alkışlamasını. “Zira salondaki meslektaşlarımız, ülkenin Cumhurbaşkanı’nın kendilerine takılmasına alkışla reaksiyon gösteriyorlar, o kadar” diyerek iki tarafın davranışını da doğal görüyor, savunuyor.

     Oysa Altınok’un atladığı bir yanı var bu meselenin. Cumhurbaşkanı Erdoğan, aynı zamanda bir siyasi kişilik. Onu alkışlayan gazeteciler, sadece Cumhurbaşkanını değil, AKP Genel Başkanı’nı da alkışlamış oluyorlar.

    Altınok’un, Erdoğan’ın “espri yaptığı” ve “gazetecilere takıldığı” gerekçesi de dayanaksız. Erdoğan, o basın toplantısında “doğalgaz müjdesi”ni açıklıyor, ardından da “Basın mensupları da hiç alkışlamıyor ha. Yanlış iş mi yaptık?” diyerek alkış istiyor. Espri, “Yanlış iş mi yaptık” cümlesinin neresinde acaba?

    Erdoğan, açık bir dille oradaki bakanlar, bürokratlar gibi gazetecilerin de alkışlayarak sözlerini onaylamasını istiyor. Nitekim toplantı sonunda da bu isteğini bakan ve bürokratlar içinde dile getiriyor. Pekâlâ orada da espri yapmıyor; bakan ve bürokratlar da geri dönüp yeniden alkışlıyorlar Erdoğan’ı. Öyle gülüp geçemiyor hiç kimse…

      Altınok’un 2010 yılında gündeme getirdiği Hürriyet yazarları Oktay Ekşi ve Tufan Türenç’in, CHP kurultayında Kemal Kılıçdaroğlu’nu alkışladığı iddiası ile Erdoğan’ı alkışlayan gazeteciler arasında bence tek fark var. Birinde gönüllü şekilde alkış söz konusu, ikincisinde istek üzerine -belki de gönülsüz- alkışlıyorlar.

     Eleştirimin konusu medya mensuplarının, gazetecilik faaliyeti sırasında hiç kimseyi, özellikle de siyasileri alkışlamaması gerektiği. Gazeteci alkışlamaz, bütün dediğim bu. Kılıçdaroğlu’nun alkışlanması da yanlış, Erdoğan’ın alkışlanması da.

     12 yıl önce Taraf gazetesi yazarı olarak “Gazeteci siyasetçi alkışlamaz” çizgisindeki Melih Altınok, bugün Sabah gazetesi yazarı olarak Erdoğan’ın gazeteciler tarafından alkışlanmasını doğal görebiliyor, savunabiliyor. Tutarsızlık olarak nitelendirdiğim tam da bu.

      Elbette Melih Altınok’un yaşımdan söz edip, “Sen de ama şunu yaptın mı?” tavrına girmesini de yadırgamadım. Zira alıştım artık. Daha önce eleştirdiğim kimi meslektaşlarımdan da benzer yanıtlar almıştım. Fakat bu tartışma yöntemi, topu taca atma çabasından başka bir şey değil.

    Ben yine de onlara verdiğim yanıtı Melih Altınok’a da tekrarlayayım, mesele benim yaşım başım değil, hatta ben de değilim, ne söylediğim, eleştirimin içeriği. “Yalnızlaştırılmayı, sevilmemeyi göze alarak sürdürdüğü ilkeli tutumu” ile tanınan edebiyat eleştirmeni Nurullah Ataç, “Benim tercümeihalim, yazılarımı okuyanları katiyyen alâkadar etmez. Bir insanın yazısında bizim arayacağımız şey, o yazının kendi kıymeti, içinde söylenen fikirlerdir” demiş bir zamanlar. Ne kadar haklı…

     Nihayetinde elimde terazi yok, evrensel gazetecilik ilkeleri var; onlara dayanarak yanlışları eleştiriyor, gazetecilik adına artı değer yaratmaya çalışıyorum. Eleştirdiğim meslektaşlarımla aramdaki fark da yaşımdan değil, deneyimlerimden ve etik ilkelere harfiyen uyulan bir medya düzeni hayali kurmamdan kaynaklanıyor. Bir kez daha anıtsal eleştirmen Nurullah Ataç’ın cümleleriyle anlatayım:

   “Münekkit (eleştirmen) daima, muharrirden (yazardan) daha idealisttir. O, daima ‘mükemmel’i ister… ve okuduğu eserlerin ‘mükemmel’ olmalarına mâni olan noktalarını, kusurlarını arar, bulur, meydana çıkartır.”

    Keşke Melih Altınok da eleştirimin bu gözle yazıldığını anlayıp, sadece içeriğine bakarak değerlendirebilseydi. Madem onu yapamadı; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın o dönem meydanlarda “Özel değil genel genel” diye propaganda malzemesi olarak kullandığı Deniz Baykal ile ilgili kaset olayı hakkında geçmişte ne yazdığımı soracağına arşive bir baksaydı. Hürriyet arşivi açık.

    Kaldı ki, Okur Temsilcisi iken Hürriyet’i ne kadar eleştirdiğimi görmek için arşive bakmasa da olur. “Günahlarımızda yıkandık” ve “Saray’ın Medyası, Medyanın Ombudsmanı” kitaplarımda anlattım orada yaşadıklarımı ve Hürriyet’teki yanlışları, etik sorunları. Hem de kendimi yanlışlardan azade tutmamaya çalışarak… Bu kitaplarıma da bakabilir…

    Bence asıl espri, Sabah ve A Haber gibi iktidar yanlısı gazete ve televizyonda konuşlanan Melih Altınok’un, bana “Yandaşlığın bu kadarı olmaz’ dediniz mi mesela” diye sorması…