Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden “Yaşam Boyu Eğitim Projesi” kapsamında “okur yazarlık” atölyesini adrese teslim ihaleyle aldığı haberlerinin ardından belediyelerle mali ilişkiye girmesini eleştirmesinin ardından kendisini sosyal medyadan hedef alan Enver Aysever’e yanıt verdi. Bildirici, Aysever’e, “Aysever belediyelere hangi şapkasıyla iş yaptı: Gazeteci mi, politikacı mı, profesyonel konuşmacı mı?” diye sordu. Bildirici, Aysever’in iptal edilen ihaleye ilişkin olarak İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden 50 bin liralık tazminat talep ettiğini de yazdı.
Enver Aysever belediyelere hangi şapkasıyla iş yaptı: Gazeteci mi, politikacı mı, profesyonel konuşmacı mı?
Düşünün, bir yazı yazmışsınız, aradan üç aya yakın bir süre geçmiş ve yazının muhatabı aniden harekete geçip sosyal medyadan hakaretler yağdırmaya başlıyor! Sonra onunla da kalmıyor, düelloya davet ediyor, o da olmayınca karalamaya başlıyor.
Enver Aysever ile yaşadığım böyle bir vukuat. 16 Mart’ta web sitemde “Enver Aysever belediyelerle mali ilişkilere girmemeliydi” başlıklı bir yazı yayımladım. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Enver Aysever’e yaptıracağı atölye çalışması için ihale düzenlemesinden hareket ederek, Aysever’in siyasi konularda yazan bir Cumhuriyet yazarı olarak belediyelerle bu tür mali ilişkilere girmesini eleştirdim. Aslında Aysever’i bu nedenle eleştiren tek kişi de ben değildim. Hatta bu eleştirilere hak vermiş olacaklar ki, Cumhuriyet gazetesi de Aysever ile ilişkisini kesti, belediye işi iptal etti.
Aysever durup dururken 8 Haziran’dan itibaren sosyal medyadan bana yönelik paylaşımlara başladı. Ama ne paylaşımlar! Ulu orta kullandığı haysiyet, mertlik, pusu, vicdan, hesap vermek gibi sözcüklerle başlayıp “basının utanmazı” ve “düşkün selfie” ilan etme tehdidi (!) ile devam eden onlarca takıntılı ifade. Sonra da Ünsal Ünlü ya da başka biri yönetiminde bir televizyonda karşılıklı tartışmaya çağırdı. Hem de “Haydi çık karşıma” efelenmeleriyle yaptı bunu.
Bu hakeratamiz ifadelerine cevap vermedim, sadece kendisini eleştirdiğim yazımı tekrar hatırlattım ve linkini paylaştım. Bu kadar düşmanca ifadeler kullanan, hakaretlerle saldıran bir kişiyle televizyonda gazetecilik etiği tartışmanın bir yarar getirmeyeceğine emindim.
Çok düşündüm, anlamaya çalıştım. Kendisini eleştiren bu kadar kişi, yazılarına son veren Cumhuriyet yönetimi dururken neden bana saldırıyor ve benimle tartışmak istiyordu?
Herhalde benim üzerimden aklanmak istiyor; benimle tartışarak kendini temize çıkarmak istiyor dedim sonunda. Öyle ya, ben belediyelerle iş yapmasının etik olmadığını yazmıştım, o kadar. Madem benim yazdığım doğru değil, bildiği yoldan devam edebilirdi.
Demek ki, artık gittiği yol çıkmaz sokak haline geldi, öyle devam edemedi. Aklanma ihtiyacı duydu! Elbette sözlerimin kıymeti harbiyesi olmasa benimle bu kadar uğraşmaz, bu kadar saldırmaz, takıntı haline getirmezdi.
“Sapla samanı karıştırmamak gerek”
Nitekim beni istediği zemine çekemeyince başka bir “haber” üretme yoluna gitti. 21 Haziran’da bir paylaşımda bulundu:
“İzmir ihale iftirasıyla ilgili Sayın Soyer ve belediyenin savunması elimize geçti. Karalama kampanyası yapanların yayınlayacağına ihtimal vermiyorum, ben sorumluluğumu yerine getiriyorum. İlgili belgeler belediyede ve mahkeme dosyasındadır. Oradan edinilebilir.”
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ve Belediye Başkanlığı ne demiş de kendisini teyit etmiş orasını yazmıyordu! Belgeleri de ortaya koymuyordu. Yine de bazı internet siteleri, “Soyer ne dedi?” diye sormadan haber yaptılar Aysever’in bu yazdıklarını.
Aysever, benim Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde ders vermiş olmamı diline dolayıp, hakkında yazdıklarımın “yalan” olduğunu, kendisine sormadan yazdığımı tekrarlayıp durdu. Sonra da Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, Doç. Dr. Esra Arsan, Prof. Dr. Haluk Şahin ve gazeteci Gökmen Karadağ’ın jürilik yapmasını önerdi. Jüri olmasını önerdiği isimlerden Esra Arsan, kendisine özetle şu yanıtı verdi:
“…bir üniversite veya meslek okulunda ders vermekle, kamu hizmeti yapan belediyelerde kafanıza göre ders açıp, para kazanmak çok farklı şeyler. Sapla samanı karıştırmamak gerek derim.”
Aysever aldığı bu yanıtla da tatmin olmadı. Meseleyi medya ombudsmanlığıma getirip, Arsan’a “@fbildirici’nin medya ombudsmanlığını kabul ediyor musunuz? Hürriyet’te Ertuğrul Özkök emrinde çalışan biri medya etiği konusunda karar merci olabilir mi?” diye sordu.
Görüldüğü gibi, meseleyi kendisini aklama çabasının da ötesine geçip beni karalamaya dönüştürdü. Artık sessiz kalamazdım. Derli toplu bir yanıt verip bu meseleyi kapatmaya karar verdim.
Esas olan karşı görüşe yer vermektir
Enver Aysever, yazımı kaleme almadan önce kendisiyle konuşmayarak “yargısız infaz yaptığımı”, etik davranmadığımı öne sürüyor.
Bu suçlama son derece yersiz. Ben bir haber yazmadım, bir medya etiği eleştirisiydi. Kaldı ki, bir haber ya da yazı yazarken, hakkında yazılan kişi ya da kurumlara telefon etmek, mutlaka onunla konuşmak gibi bir etik ilke yoktur. Ama galiba Aysever, “Yazdığın kişiye mutlaka telefon etmelisin” diye bir etik ilke olduğunu sanıyor.
Bu kadar yıldır gazetecilik piyasasında olan birinin böyle bir yanlışı savunması içinde bulunduğu durumdan kaynaklanıyor olabilir. Gazetecilikte esas olan hakkında yazılan ya da suçlanan kişi ve kurumların görüşüne yer vermektir.
Karşı görüşe yer vermenin amacı da suçlanan ya da hakkında yazılan kişinin savunmasına ve kendisini ifade etmesine olanak tanımaktır. O nedenle yayın ilkelerinde “Yayımlanan haberde suçlanan tarafın görüşüne mutlaka yer verilir” denir.
Peki ben ne yapmışım? “Enver Aysever belediyelerle mali ilişkilere girmemeliydi” başlıklı yazım web sayfamda duruyor, isteyen oradan okuyabilir. Yazımda konuyla ilgili taraflar olarak Enver Aysever ve Tunç Soyer’in açıklamalarına yer vermiştim. “Aysever ve Soyer’in açıklamaları” ara başlığı altındaki bu bölümde görüşlerini özetlemekle kalmamış, okurun açıklamaların tam metnini görebilmesi için link de koymuştum.
Çünkü Aysever, kendisiyle ilgili eleştirilere o açıklamada yanıt vermişti. Ben de o açıklamasını yazımda aktararak etik ilkelere uygun davrandım.
Aysever’in karıştırdığı ya da yanlış bildiği bir meslek ilkesi de cevap hakkı. Karşı görüşe yer vermek ile cevap hakkı aynı şey değildir. Bu yanlışı savunan diğer meslektaşlarıma da hatırlatmış olayım; karşı görüş haber yazılırken tanınır, cevap hakkı sonra oluşur. Cevap ve düzeltme hakkı (tekzip), Anayasa’nın 32. Maddesi ile Basın Kanunu’nun 14. Maddesinde düzenlenmiştir.
Ben de bu ilkelerin gereği olarak Aysever’in karşı görüşüne yazımda yer verdim ama sonra da ona cevap hakkı tanıdım. Eleştirilerime cevabını yayımlamamı istese elbette hiç tartışmadan, sözcük değiştirmeden yazımın altına koyar, onu da yayımlardım.
Nitekim bugüne kadar da hep böyle davrandım; yazıma itirazı olanların cevap hakkı tanınmasını isteyenlerin cevaplarını yazımın altına koydum.
Soyer ve Belediye Başkanlığı Aysever’i doğrulamadı
Gelelim, Enver Aysever’in, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ve Belediye Başkanlığı’na karşı açtığı davada verilen savunmaların, “hakkındaki iddiaların asılsız olduğunu teyit ettiği” paylaşımına.
Aslında Aysever’in, kendisinin lehine olduğunu öne sürdüğü Soyer ve Belediye Başkanlığı’nın mahkemeye sunduğu dilekçeleri açıklayamaması, sözlerinin doğru olmadığının işaretiydi. O nedenle de onun sözleriyle yetinmeyip, Büyükşehir Belediyesi ile Tunç Soyer’in davanın görülmekte olduğu İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne sundukları cevap dilekçelerini, Aysever’in dava dilekçesini ve duruşma tutanaklarını okudum.
Hemen belirteyim, Tunç Soyer ve Belediye Başkanlığı’nın cevap dilekçelerinde Aysever’e hak verilmiyor, tam tersine “Aysever’in isteminin haksız ve dayanaksız olduğu” savunuluyor. Soyer’in avukatının 17 Haziran 2021’de mahkemeye sunduğu cevap dilekçesinde Aysever’in suçlamaları “haksız ve tamamen gerçeklere aykırı soyut iddialar” olarak nitelendiriliyor.
Belediye Başkanlığı’nın, 26 Mayıs 2021’de mahkemeye sunduğu cevap dilekçesinde de Aysever’in yazarlık eğitimi vermesi için “Yaşam Boyu Eğitim Projesi Atölye Etkinlikleri Hizmeti Alım İşi İhalesi” düzenlendiği, 238 bin 500 lira teklif eden Arispas Ltd şirketinin ihaleyi kazandığı belirtiliyor. Ancak pandemi nedeniyle eğitimin online yapılmasına karar verilmesi üzerine belediyenin bu eğitim programı için yapacağı ödemenin 90 bin TL’ye indiği yolunda 15 Mart 2021 tarihinde bir açıklama yapıldığı hatırlatılıyor.
Kısacası, Soyer ve Belediye Başkanlığı, bu ihalenin iptal edildiği tarihte söylediklerinden farklı ve yeni bir şey söylemiyor. Bunların da Aysever’in savunduğuyla çakışan tek yanı, programın ödeme miktarının 90 bin liraya inmiş olması. O da pandemi nedeniyle sonradan gelinen miktar…
2020 yılında kaç para aldı?
Belediye Başkanlığı’nın, mahkemeye sunduğu cevap dilekçesinde Aysever ile 2020 yılında yüz yüze yapılan toplam 24 saatlik atölye etkinliklerinin başarılı olması nedeniyle 2021 yılında da düzenlenmesine karar verildiği ifade ediliyor.
Doğrusu geçen yıl da bir atölye etkinliği düzenlendiğini bilmiyordum. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin web sayfasında “Enver Aysever ile okuryazarlık atölyesi başladı” başlıklı bir habere dikkat çekerken bunun ihale kapsamındaki etkinlik olduğunu sanmıştım. Bu unsuru düzeltmem gerekiyor.
Belediye Başkanlığı’nın cevap dilekçesinde 2020 yılı Kasım-Aralık aylarındaki atölye etkinliğinden söz edilmesine rağmen bu etkinlik için ihale yapılıp yapılmadığı bilgisi verilmiyor. Bu etkinlik için Enver Aysever’e ve organizasyon şirketine ne kadar ödeme yapıldığı da açıklanmıyor.
Bu durumda Enver Aysever’e sormak gerekiyor; İzmir’de 2020 yılında düzenlenen “Yazarlık Atölyesi” etkinlikleri için ne kadar ücret aldınız? Tabii 2020 yılındaki atölyenin 8 saatlik bölümünün online değil de yüz yüze yapıldığını da unutmamak gerek.
İhale onun için düzenlendi
Enver Aysever, kendisini “Hayatımda hiçbir ihaleye girmedim. Herhangi bir ihale süreci içinde olmadım” diye savunuyor. Hatta dava dilekçesinde de “ihaleden haberi olmadığını” öne sürüyor.
Halbuki İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın mahkemeye sunduğu cevap dilekçesinde Aysever’in atölye çalışması için ihale düzenlendiği belirtiliyor; sonra da aynen şöyle deniliyor:
“Ayrıca ihale süreci, tarihlerin planlanması ve diğer konularda davacı Enver Aysever ile iletişim halinde olunmuştur. Davacı (Aysever) tüm sürecin kendisinden habersiz işletildiği yönünde bir izlenim oluştursa da davacının bilgisi ve onayı olmadan böyle bir eğitimin planlanması, tarih tespiti yapılması mümkün olmayıp böyle bir durum hayatın olağan akışına da terstir.”
Kaldı ki, ihaleyi kazanan Arispas şirketinin ortağı Soner Kaya, “İhaleyi kim kazanırsa kazansın Enver Aysever ile çalışmak zorundaydı. Şartname böyleydi. İhaleye girmeden önce Enver Aysever’in menajeriyle de görüşmelerimiz oldu” açıklaması yapmıştı.
Aysever’in yazarlık dersi vermesi için özel bir ihale düzenlenecek ve kendisi ile menajeri bu sürecin içinde olmayacak! Bu mümkün mü? Belediyenin dilekçesi, şirket yetkilisinin açıklaması ve atölye düzenleme teklifinin Aysever’den gelmiş olması bunu açıkça gösteriyor.
Aysever’in kendisi ihaleye girmemiş ama o ihale onun için düzenlenmiş, ihale sürecinin de bizzat içinde olmuş. Mesele de bu.
“Aysever bir siyasetçidir”
Enver Aysever, Tunç Soyer ve Büyükşehir Belediyesi hakkında açtığı davanın 5 Nisan 2021 tarihli dilekçesinde kendisini “Enver Aysever, ülke çapında takdir edilen, kamuoyu karşısında kişisel ve mesleki anlamda saygınlık elde etmiş bir gazeteci, roman ve oyun yazarı, televizyon sunucusu, siyasetçidir” ifadesiyle tanıtıyor.
Hemen ardından da “Kemal Kılıçdaroğlu’ndan gelen davet ile aktif siyasete atılmış ve CHP Parti Meclisi üyeliliği yapmıştır” deniliyor. Bir dava dilekçesinde CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun davet ettiğinin yazılmasına neden gerek duyulur, bilemedim. Bu kadar da değil. Öyle övücü ifadeler kullanılmış ki, Aysever dava dilekçesinde göklere çıkarılmış.
Fakat burada asıl önemli olan Aysever için “Eski siyasetçi” denilmemiş olması. Halen CHP’de aktif siyaset yaptığının vurgulanmış olması.
Böyle olunca da Aysever’in CHP yönetimindeki İzmir Büyükşehir Belediyesi’ndeki atölye etkinliklerini hangi kimliğiyle düzenlediği sorusu ortaya çıkıyor. Eğer bir gazeteci/yazar olarak değil de politikacı olarak etkinlik düzenlediyse kendi partisinden bir başkanın yönettiği belediyeye iş yapmış, mali ilişki kurmuş demektir. Bu da gazeteciliğin yanı sıra politika etiğinin alanına girer.
Dikkatinizi çekerim, Aysever, gazeteci ve aktif siyasete giren biri olarak tanıtılıyor dilekçede. Burada gazetecilik açısından da etik sorun var. Hem aktif siyasetçi hem de bağımsız ve tarafsız bir gazeteci olunamaz. Gazetecilik ve politika farklı alanlardır.
O bir profesyonel konuşmacı
Enver Aysever, Belediye Başkanı Soyer ve Büyükşehir Belediyesi aleyhine dava açtığı sırada Cumhuriyet gazetesindeki köşe yazılarına yeni son verilmişti. Mahkemeye sunduğu dava dilekçesinde yaptığı işlerle ilgili de şöyle bilgi veriyor:
“Cumhuriyet yazarı olmasının yanı sıra Doğuş, Yeditepe ve Arel Üniversitelerinde dersler vermekte olan müvekkil, çeşitli kurum ve kuruluşlarla iş birliği içinde olarak toplumsal ve kültürel gelişim çerçevesinde birçok etkinlik ve organizasyonlara katkı sağlamakta olup Türkiye genelinde Belediyeler nezdinde yapılan etkinlik, organizasyon ve kurslarda faaliyet göstermektedir.”
Anlaşılacağı gibi, Aysever, sadece gazeteci ve aktif siyasetçi değil, aynı zamanda birçok etkinlik, organizasyon ve kurslarda faaliyet gösteren profesyonel bir konuşmacı. Belediyelere, şirketlere, çeşitli kurumlara atölye, kurs, seminer düzenleme teklifleri götürüyor; oralardan para kazanıyor. Gazeteci kimliği de bu işleri yaparken kullandığı bir araç.
Zaten Aysever, İzmir’deki yazarlık atölyesi tartışmaları sırasında Mudanya Belediyesi ile aynı projeyi iki dönem yaptığını, çeşitli firma ve belediyelere “Aykırı Sorular” programı düzenlediğini dile getirmişti.
Fakat Aysever bu organizasyonlardan aldığı ücreti açıklamadı. Mudanya, Mersin ve İzmir (2020) belediyelerinden aldığı miktarı bile gizli tuttu. Aysever, bu işlerden elde ettiği kazançlar konusunda şeffaf davranmıyor, rakamları açıklamıyor, açıklayamıyor.
Oysa bu organizasyonları ücretli düzenlediğini belirtmesi ve aldığı ücreti açıklaması kamuoyunu yanıltmamak açısından önemli. Örneğin bir politikacıdan para almışsanız -üstelik o da sizinle aynı partiden- ise yaptığınız program gazetecilik, bağımsız yayıncılık faaliyeti olamaz.
Belediyeden 50 bin liralık fahiş tazminat talebi
Aysever, dava dilekçesinde, ihale hakkında çıkan tartışmalarda yalnız bırakıldığını ve hedef gösterildiğini, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin eksik ve yanlış açıklamaları nedeniyle haksız suçlamalara maruz kaldığını, kişilik haklarının ihlal edildiğini, itibarının zedelendiğini öne sürüyor.
Tunç Soyer de “Belediye Başkanı sıfatının kendisine yüklediği sorumluluklardan kurtulmaya yönelik eksik ve yanlış açıklamaları ile müvekkilin itibarının zedelenmesine doğrudan sebep olmuştur” diye suçlanıyor. “Bu durumun en kötü ve somut sonucu ise müvekkilin Cumhuriyet Gazetesindeki yazarlık görevine son verilerek işten çıkarılması olmuştur” deniliyor.
Belediye Başkanlığı da bu iddiayı yanıtlarken, Başkan Tunç Soyer’in “Kamuoyunda oluşan hassasiyete kayıtsız kalmam mümkün değildir” diyerek ihaleyi iptal etmesi nedeniyle bir zarar oluşmadığını, Aysever’i özel olarak konu alacak bir açıklama yapılmasının da belediyeden beklenmemesi gerektiğini vurguladı.
Aslında bu davanın en ilginç tarafı Aysever’in Soyer ile belediye başkanlığından bir tekzip yayımlamalarını ve 50 bin lira tazminat talep etmesi. Soyer ve Belediye Başkanlığı, tekzip talebinin yersiz olduğu, kendisinin bir yazar olarak hakkındaki iddialara yanıt verebileceğini belirterek, tekzip istemine karşı çıktı.
Soyer’in avukatının mahkemeye verdiği cevap dilekçesinde Cumhuriyet gazetesinin Aysever’in yazarlık ilişkisine son vermesinin sorumlusunun Tunç Soyer olamayacağı belirtildi ve Aysever’in istediği tazminat miktarının “fahiş” olduğu savunuldu.
Ben de 50 bin liralık tazminat istemini dilekçede görünce bu miktar daha önce yazılmış, açıklanmış mıydı diye baktım, göremedim. Aysever dava açtığından söz ediyor sürekli olarak ama Soyer ve Belediye Başkanlığı’ndan 50 bin lira istediğini söylemiyor.
Belki de gerçeğin ortaya çıkmasının ve kişisel itibarının peşinde olan bir kişinin, bu kadar yüksek tazminat istemesinin farklı anlaşılacağından kaygı duydu, kim bilir…
Suçladığı yazılar arasında yazım yok
Enver Aysever, mahkemeye sunduğu dava dilekçesinde İzmir’deki ihalenin tartışılması ve iptali sürecinde “kişilik haklarını ihlal eden” ve “gerçeği yansıtmayan haberler, yorum ve paylaşımlar”dan söz ediyor. Nitekim bunların başlıkları ve linkleri de dava dilekçesinin ekinde mahkemeye sunuluyor.
Enteresandır, “kişilik haklarını ihlal ettiği”ni öne sürdüğü 60’a yakın haber, yazı, yorum ve paylaşımlar arasında benim 16 Mart’ta web sitemde yayımladığım “Enver Aysever belediyelerle mali ilişkilere girmemeliydi” başlıklı yazım yok.
Dava dilekçesinde benim yazımdan hiç söz etmeyip, aylar geçtikten sonra bu şekilde hedef alması, o dönemde belediye ile mali ilişkiye girmesini eleştiren sadece benmişim gibi davranması açıklanmaya muhtaç bir durum.
Sorun ihale değil belediyelerle mali ilişki
Enver Aysever, herhalde bilerek eleştirimi farklı göstermeye çalışıyor. Ben kendisine “Neden ihaleye girdin?” eleştirisi yöneltmedim. “Niye bu kadar fazla para aldın?” diye de eleştirmedim. Bir gazeteci/ yazar olarak kamu kurumu niteliğindeki belediyelerle mali ilişkiye girmesinin etik açıdan sorunlu olduğunu savundum.
Yazdığım yazıda bir “yalan” ya da “iftira” yok. İzmir Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere birçok CHP’li belediye ile mali ilişkiye girdiğini kendisi de kabul ediyor, dava dilekçesinde de açıkça yazıyor. Ben de zaten bunu eleştiriyorum.
Buna rağmen Aysever’in bütün eleştiriyi, ihaleye kendisinin bizzat katılmaması ve alacağı para miktarının yüksek gösterilmesi noktasına indirgemeye çalışması, bir manipülasyon çabasından öteye gidemez.
Yazımın başlığı bile “Enver Aysever belediyelerle mali ilişkiye girmemeliydi” şeklindeydi. Eleştirim de özetle şöyleydi:
“İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden bu işi alırken de Cumhuriyet gazetesi yazarı ve gazeteci Aysever’di. Bu işin kendisine verilmesinde Cumhuriyet gazetesi ve gazeteci-yazar kimliğinin etkisi olmadığı söylenebilir mi? Sanmıyorum. Çünkü bir gazeteci, yaşamın herhangi bir alanında çalıştığı kurum ve mesleki kimliğinden bağımsız algılanamaz. Gazeteci-yazar, böyle bir ilişkiye girdiğinde sadece yazarlık birikimini değil aynı zamanda gazeteciliğin ve kurumunun itibarını da paraya dönüştürmüş olur.
Gazeteci-yazar kimliği, ticari ilişkiler içine girmeye engeldir. Aysever’in ticari ve mali ilişki içine girdiği belediyeler ve şirketler, bir gazeteci yazar olarak doğrudan kendisinin ‘hakkında haber ve yorum yazdığı ya da yazmayı tasarladığı’ alandaki kurumlardır. Aysever, ‘Editör bağımsızlığımdan ve ilkelerimden asla ödün vermedim’ dese de bir gazetecinin haber kaynağı olan kurum ve şirketlerle ticari/mali ilişki kurması ‘çıkar çatışması’ yaratır.
Bu etik nedenlerle Enver Aysever’in, bir gazeteci-yazar olarak belediyeler ve şirketlerle ticari/mali ilişkiler içine girmesi yanlıştır. Sadece Enver Aysever’in değil, bütün gazeteci-yazarların belediyelerle bu tür ilişkilere girmesi normal görülemez, normalleştirilemez. İktidar kontrolündeki gazetelerde çalışan gazeteci-yazarların AKP’li belediyelerle mali ilişkileri de makul görülemez, bağımsız-eleştirel medya kuruluşlarındaki gazeteci-yazarların CHP’li belediyelerle ilişkisi de…
Gazeteci, sahip olduğu mesleğinin itibarını gözeten ve parayla ilişkisini kontrol edebilen kişidir.”
Bir kez daha değerlendirme daveti
Gazetecilerin, AKP’li ya da CHP’li olsun, hiçbir belediye ile mali ilişkiye girmemeleri gerektiği saptamam ne kadar yerinde olmuş!
Birkaç gün önce CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır, “AKP’ye yakın gazetecilerden Süleyman Özışık’ın AKP döneminde Gemlik Belediyesi’nden altı seanslık Yazarlık Okulu projesi için yaklaşık 33 bin lira aldığı” iddiasında bulundu ve belgesini paylaştı. Özışık da 6-7 belediyede bu tip projeler yaptıklarını kabul etti.
Şimdi sormak gerek; Aysever’in CHP’li belediyelere “Yazarlık Atölyesi” düzenleyip para almasıyla, Süleyman Özışık’ın AKP’li belediyelere “Yazarlık Okulu” düzenleyip para alması arasında etik açıdan ne fark var?
Aysever’i, meslektaşlarımı ve Aysever’in “onurlu bir mücadele yürüttüğünü” söyleyerek ona destek veren sevgili Ünsal Ünlü’yü, olayın esası, içeriği, etik ihlalleri, şeffaflık sorunları ve sergilenen üslup konusunu bir kez daha değerlendirmeye davet ediyorum.