22 Kasım 2024 Cuma
Sorgulamayan, demeç ve açıklamalarla yetinen gazetecilik – Faruk Bildirici yazdı

Sorgulamayan, demeç ve açıklamalarla yetinen gazetecilik – Faruk Bildirici yazdı

Depremde bilimsel veri mi kıymetli resmi açıklama mı? Gazeteciler, Kandilli’nin bilimsel verisi yerine AFAD’ın açıklamasını doğru kabul etti ama AFAD’ın yeni cihazları kullanmadan beklettiği, bazı istasyonların pasif olduğu gibi iddiaları araştırmadı.

Süleyman Soylu ve İbrahim Kalın, corona olduklarını kendileri açıkladılar ama günler sonra ve gecikmeli olarak. Medya ise onların hastalandıklarını önceden öğrenemedi veya öğrenip yazamadı. Bu da bir gazetecilik zafiyetine işaret etmiyor mu?

Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici yazdı:

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun korona olduklarına ilişkin açıklamalarının ortak bir yanı vardı: İkisi de testlerinin pozitif çıkmasından günler sonra kamuoyuna duyuruyordu hasta olduklarını.

     Soylu, “Pazartesi günü kendimizi iyi hissetmeyince tekraren yaptırdığımız test, eşim, kızım ve bende pozitif çıktı” diyordu sosyal medyadaki paylaşımında. Bu açıklamayı ne zaman yapmıştı? 31 Ekim günü saat 16.28’de. Test yaptırdığı Pazartesi günü takvimler 26 Ekim’i gösteriyordu. Sonucun bir gün sonra alındığını kabul edersek demek ki, Soylu, açıklama için 4 gün beklemiş!

     İbrahim Kalın da “Hafif semptomlarla geçirdiğim koronavirüs tedavisinde son aşamaya geldim. Şu anda gayet iyiyim hamdolsun” bilgisini veriyordu sosyal medyadaki açıklamasında. Bu paylaşımı 31 Ekim günü saat 18.13’te yapmıştı. İbrahim Kalın, daha önce katıldığı bir televizyon programında “Cumhurbaşkanı’na yakın isimler her gün test yaptırıyor” demişti. İbrahim Kalın’ın da testin pozitif çıktığını günler önce öğrendiğini ve hasta olduğunu açıklamak için son aşamaya kadar beklediğini söylemek yanlış olmaz.

    Aslında etik olan, İbrahim Kalın ve Süleyman Soylu gibi kamusal görevi olanların etik olarak hastalıklarını hemen açıklamaları gerekir. Pandemi döneminde hastalığın üçüncü şahısları da etkilemesi sözkonusu olması ve başkalarıyla içiçe yaşam sürmeleri nedeniyle bu gibi kamusal görevdeki kişilerin corona olması “hasta mahremiyeti” kapsamında değerlendirilemez. Toplumun bilgilendirilmesi açısından haber yapılmasında yarar vardır.

       Medyanın zafiyeti

      Peki ne oldu da Soylu ve Kalın günler sonra aynı gün açıklama gereği duydular? Görünürdeki neden her depremde, her felakette bölgeye ilk koşan bakan olmasına rağmen 30 Ekim’de İzmir’de meydana gelen depreme gitmemesiydi. Süleyman Soylu’nun İzmir’e gitmemesi, 31 Ekim’de sosyal medya kullanıcılarının dikkatini çekti.

     Bakanın neden felaket bölgesine gitmediği sorularının yayılmasının ardından geldi açıklaması. Süleyman Soylu’dan birkaç saat sonra da İbrahim Kalın açıklama yaptı. Kalın, neden o kadar bekledi; Soylu açıklamasa kendisi açıklamayacak mıydı? Onu bilmiyoruz.

  Ancak her iki açıklama bir gazetecilik sorununa işaret ediyor! Medya, Soylu ve Kalın gibi devlet yönetiminde iki önemli şahsiyetin corona olduklarını günler boyunca öğrenemedi! Ya da öğrendiyse de yazamadı!

    Medyanın bilgi alamaması haber kaynaklarının zayıfladığını, gazetecilik zafiyetinin iyiden iyiye arttığını gösterir. Eğer öğrenilip de yazılamadıysa bu kez gazeteciliğe yönelik baskıların ve engellemelerin nerelere kadar uzandığına dair bir örnek teşkil eder.

       AFAD ve Kandilli neden farklı?

      Depremin gazetecilik açısından üzerinde durulması gereken yanlarından biri de büyüklüğü. Amerikan Jeolojik Araştırmalar Kurumu #USGS, İzmir açıklarındaki depremin büyüklüğünü 7 olarak açıkladı. Kandilli Rasathanesi, 6.9, AFAD ise 6.6 büyüklüğünde olduğunu duyurdu.

      Haber televizyonları önce Kandilli’ye dayanarak 6.9 olarak verdiler depremin büyüklüğünü, sonra ağız birliği etmişçesine AFAD’ın açıkladığı 6.6’ya döndüler. Gazete ve internet sitelerinin de büyük çoğunluğu 6.6’da karar kıldılar.

      Prof. Dr. Celal Şengör, Fatih Altaylı’nın sunduğu, Habertürk’te yayınlanan Teke Tek programında ekranda yer alan “İzmir’de 6.6 büyüklüğünde deprem” yazısına tepki gösterdi. Şengör, “Lütfen şu 6.6’yı artık silin. Bu 6.9-7.0 arası bir deprem” diye konuştu. Prof.Dr.Şengör de 6.6 bilgisinin yanlış olduğu kanısındaydı.

     Aslında hemen her depremde, depremin büyüklüğü konusunda ilk başta farklı bilgiler ortaya çıkıyor, bilim insanları “ilksel” (otomatik) açıklanan bu verilerde sonra düzeltmeler yapılıyor. Örneğin Körfez depreminin büyüklüğü 6.8 olarak duyurulmuştu; sonra 7.4 olarak düzeltildi.

   AFAD’ın istasyonları pasif mi?

    Son yıllarda Türkiye’deki iki kurum sürekli olarak birbirinden farklı veriler açıklıyor. Birisi yılların Kandilli’si (Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Merkezi), diğeri ise afet yönetimi için 2009’da kurulan İçişleri Bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD). Birisi üniversiteye, diğeri devlete bağlı iki kuruluş.

    İki kurumun da İzmir depremiyle ilgili aynı verileri açıklaması beklenir. Ama öyle olmadı. Kandilli depremin büyüklüğünü 6.9, derinliğini ise 12 Km., AFAD ise depremin büyüklüğünü 6.6, derinliğini 16.54 Km. olarak açıkladı. Başta televizyonlar olmak üzere yaygın medya hemen Kandilli’nin açıkladığı verileri silip, AFAD açıklamasını doğru kabul etti.

     Gazetecilerin bu iki kuruluşun açıkladığı veriler arasındaki farkın nedenini sorgulaması gerekirdi. Fakat çok az medya kuruluşu bu farklılığın nedeni üzerinde yoğunlaştı. Onlarda da Kandilli ve AFAD’ın farklı yöntemler kullandığı, Kandilli’nin “Richter ölçeği” olarak da bilinen yerel büyüklüğünü (Ml), AFAD’ın ise “moment büyüklüğünü (Mw) verdiği” belirtildi.

      Farkı nedenini böyle açıklayamayız. Zira Kandilli’nin açıklamasında Ml=6.6 ve Mw=6.9 olarak iki veri de yer alıyor. AFAD’ın web sayfasında ise İzmir depreminin büyüklüğü Mw=6.6 olarak veriliyor.  Aynı ölçeklerde de iki kurum farklı verilere ulaşmış durumda.

     Kandilli ve AFAD arasındaki veri farklılığının nedeni daha ciddi olsa gerek. Nitekim 11 Şubat 2020’de Oda TV’de “AFAD ve Kandilli neden farklı bilgiler veriyor” başlıklı bir yazı kaleme alan deprembilimci Savaş Karabulut, AFAD’ın çok sayıda yeni deprem kayıt cihazları aldığını ama bir kısmının kullanılmadığını ve kurulan istasyonların pasif durumda olduğunu yazıyor.  Ayrıca AFAD’ın “ilksel” (otomatik) veriler açıkladığını, Kandilli’nin ise “ilksel” verilerin uzman sismograflar tarafından incelenip düzeltildikten sonra açıkladığını vurguluyor. Kısacası Kandilli’nin bilimsel yöntemlerini daha güvenilir buluyor Savaş Karabulut.

    Haklı olabilir de. Ama bu sorunu aydınlığa kavuşturacak araştırmacı gazetecilere ve bunları yayımlayacak medya kuruluşlarına ihtiyaç var! Deprem gerçeği ile yaşamak zorunda olan ülkemizde afet yönetimi için kurulan ve milyonlar akıtılan AFAD’ın eksikleri ve yanlışları varsa, alınan cihazlar çalıştırılmıyor, istasyonlar pasif durumdaysa hepimizin bunu bilmeye hakkı var.

       Gözyaşı dökmek yetmez

      Ama öyle olmuyor, Soylu ve Kalın’ın hastalıkları konusunda resmi açıklamalarla yetinen gazetecilik, Kandilli ve AFAD’ın depremin büyüklüğünü farklı açıklaması konusunda da aynı misyonu yükleniyor.

   Yaygın medya İzmir depremi sonrasında olanları aktarmakla yetiniyor, sorunları ve sorumluları yeterince sorgulamıyor. Araştırmak, sorgulamak yerine AKP yönetimindeki “devlet”ten geleni hemen doğru kabul edip, irdelemeden yayınlara devam ediliyor. İzmir depremiyle ilgili sorunlar ve sorumluları yeterince sorgulanmıyor.

    Hatta Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin, enkaz altında kalan genç kadınla bağlantı kuran uzman sağlık görevlisinin elindeki mikrofonu alıp, kameralara karşı şov yapmasını “kahramanlık” gibi sunuyor. Sıra sıra bakanların anlattıklarını, doğru düzgün soru sormadan canlı yayınlarla aktarıyor.

     Tartışmayan, eleştirmeyen, sorgulamayan, demeç ve açıklamalarla yetinen gazetecilik ne ülkesine iyilik etmiş olur ne de insanlarına. Enkaz başında gözyaşı dökmek yetmez.