Türkiye’nin son dönemdeki dış politika atakları ve bölgesel çatışmalara yönelik müdahaleleri AB’de birçok çevreyi endişeye sevk ediyor. Türkiye’ye karşı sert kararlar manzumesinin bu şartlar altında devam edeceği ve ayrışmanın daha da derinleşeceği öngörülebilir.
Temmuz ayından başlayarak, Federal Almanya AB (Bakanlar) Konseyi’nin Dönem Başkanlığını altı aylığına üstleniyor. Bilindiği gibi Lizbon Antlaşması daha önce tek bir kurum olarak addedilen AB Konseyi (European Council) ve AB Bakanlar Konseyi’ni (Council of the European Union) birbirinden ayırmış ve her birine ayrı bir kurumsal kimlik kazandırmıştı.
Bunun yanında AB devlet ve hükümet başkanlarının bir araya geldiği zirvelere yön veren AB Konseyine daimi bir başkanlık sistemi getirilmişti. Bakanlar Konseyi için ise Üye Devletler arasında altı ayda bir rotasyon ile belirlenen dönem başkanlığı sistemi geçerli olmaya devam etti. Dolayısıyla sözünü ettiğimiz dönem başkanlığı eskisi gibi en üst düzey siyasi organın başkanlığı anlamına gelmiyor. AB’nin yasama ve yürütme organı kimliğine sahip olan Bakanlar Konseyi’nin başkanlığı anlamına geliyor.
Her durumda bu dönem başkanlığı yine de önemli bir araç olabilir. Hele ki söz konusu ülke Almanya ise, eşi görülmedik bir kriz sürecinden çıkış sancılarının yaşandığı bir döneme denk geldiyse, Başbakan Angela Merkel gibi 15 yıldır Almanya ve Avrupa siyasetine şekil veren bir siyasetçi ise ve daha bir buçuk ay önce AB’nin diğer lider ülkesi Fransa’nın Cumhurbaşkanı Macron ile birlikte AB’nin geleceğini şekillendirme potansiyeline sahip bir kurtarma fonu önerisini kamuoyuna açıklamış ise, o zaman Almanya’nın AB’de yönlendirici pozisyonda olacağı bu süreci daha da dikkatle izlemekte yarar bulunuyor.
Almanya’nın dönem başkanlığına yönelik beklentiler yüksek olsa da, bu altı ayın etkin bir şekilde geçirilmesinin önünde birtakım önemli engeller mevcut. Üye Devletler arasındaki derin görüş ayrılıkları ve Covid-19 sonrası normalleşme ve ekonomik iyileşme misyonunun ciddiyeti tüm beklentilerin karşılanmasını zora sokacak gibi gözüküyor. Ancak Avrupa bütünleşmesinin bu kritik dönemecinde Almanya gibi AB dengelerinde ağırlıklı yer tutan lider bir üye devletin dönem başkanlığını üstlenmesi bir şans olarak değerlendirilebilir.
AB bu kritik dönemeçten geçerken, belirsizliğin doğurduğu risklerle karşı karşıya. Aralık 2019’da göreve başlayan yeni Avrupa Komisyonu misyonunu “jeopolitik” bir Komisyon olmak olarak tanımlamıştı. Ancak AB’nin net ve açık bir stratejik vizyon belirlemede zorlanması, dış politika alanında Üye Devletler arasındaki ayrımlar ve liderlik açığı güçlü bir küresel oyuncu olmasına set çekiyor.
AB bugün yok olmaya yüz tutan çok taraflı ve kural temelli küresel düzenin savunucusu ve bunu desteklemek için küresel ticaretteki rolünü ve serbest ticaret taraftarlığını ön plana çıkarıyor. Ancak ABD ve Çin arasındaki çekişmenin giderek daha sertleşmesi ve korumacı önlemlerin özellikle Covid-19 sonrası dünyada yaygınlaşması AB’nin de sıklıkla korumacı önlemlere başvurması sonucunu doğurmakta.
AB Dünya Ticaret Örgütü’nün tekrar güçlenmesi, iklim değişikliği konusundaki küresel rejimin geliştirilmesi ve küresel sorunların çözümünde işbirliği ilkelerini savunsa da bugünün dünyası henüz güçlü bir küresel yönetişimin ortaya çıkmasına imkan tanımıyor.
Almanya’nın AB dönem başkanlığı için belirlediği resmi programda altı çizilen öncelikler şunlar: Avrupa’nın Koronavirüs krizinden güçlü bir şekilde çıkması, 2021-27 AB bütçesi üzerinde uzlaşı sağlanması, Yeşil Anlaşma ve iklimin korunması, dijitalleşme, hukukun üstünlüğü, Avrupa’nın küresel rolü, Birleşik Krallık ile yürütülen müzakerelerin sonlandırılması. Bunların yanında, yine Almanya’nın dönem başkanlığında başlaması öngörülen Avrupa’nın Geleceği Konferansı da önümüzdeki dönemde yakından izlememiz gereken bir süreç.
AB mimarisinin yeniden şekillenmesi ve AB politikalarına yön verilmesi bu Konferansın gündeminde olacak. Türkiye açısından da AB’nin gelecekteki yapısının ele alınacağı bu Konferansı izlemek ve katkıda bulunmak büyük önem taşıyor. Koronavirüs krizinde de ortaya çıkan AB’nin dayanışma eksikliği ve Üye Devletler arasındaki uyumda oluşan çatlaklar Almanya’nın dönem başkanlığı sırasında hedeflerine ulaşmasında engel oluşturmaya devam edecek.
Almanya’nın Öncelikleri
Başbakan Merkel yaptığı açıklamada AB Dönem Başkanlığı sırasında en önemli önceliğinin Covid-19 salgını ve sonuçlarını alt etmek olduğunu belirtti ve bu sebeple de dönem başkanlığı sırasında kullanılacak motto’nun da “Birlikte Avrupa’yı yeniden güçlendirmek” olarak belirlendiğini vurguladı. Avrupa’yı daha güçlü, daha eşitlikçi ve daha sürdürülebilir hale getirmeyi arzu ettiklerini açıklayan Almanya dönem başkanlığının önceliklerine ışık tutacak öncelikler ve ilkeler şu şekilde sıralanıyor:
-Uzun vadede koronavirüs krizini aşmak ve ekonominin toparlanmasını sağlamak
-Daha güçlü ve yenilikçi bir Avrupa
-Adil ve sürdürülebilir bir Avrupa
-Güvenlik ve ortak değerler Avrupası
-Dünyada güçlü bir Avrupa
Almanya koronavirüs krizinin gerçekten alt edilmesini diğer hedeflerle bağlantılı olarak değerlendiriyor. Yani bu krizin yarattığı olumsuz sonuçların tersine döndürülebilmesi ancak Avrupa ekonomisine yatırım sağlanması, yenilikçilik potansiyelinin harekete geçirilmesi ve sosyal uyumun güçlendirilmesi ile mümkün olabilir. Bilindiği gibi Almanya Başbakanı Merkel Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile birlikte 500 milyar avroluk bir kurtarma planı önerisinde bulunmuş ve Avrupa Komisyonu’nun AB adına borçlanmasına yeşil ışık yakmıştı. Bunun üzerine Ursula von der Leyen başkanlığındaki Avrupa Komisyonu 750 milyar avroluk bir fonun Avrupa ekonomisine enjekte edilmesi anlamına gelecek olan Next Generation EU (Gelecek Nesil AB) paketini gündeme taşımıştı. 19-20 Haziranda yapılan AB Konseyi zirvesinde bu paket üzerinde uzlaşma sağlanamadı ve görüşmelerin devam etmesine karar verildi. Özellikle “Frugal Four / Tutumlu Dörtlü” olarak adlandırılan Hollanda, Danimarka, Avusturya ve İsveç bu plana karşı çıkmış ve kurtarma fonu kapsamında üye devletlere hibe değil kredi verilmesini önermişti.
Almanya dönem başkanlığı sırasında bu konu üzerindeki görüşmeler devam edecek. AB’de özellikle krizden olumsuz etkilenen İtalya ve İspanya gibi üye devletlerin taleplerinin karşılanması ve AB’nin sadece iyi gün değil kötü gün dostu da olduğunun görülmesi için bu görüşmelerin olumlu sonuçlandırılabilmesi kritik önem taşıyor.
Tüm dünyadaki devletler ve kurumlar için olduğu gibi, AB de hızla değişen bir ortama uyum sağlamaya çalışıyor. Covid-19 krizinin de hızlandırdığı kökten bir değişim yaşanıyor. Dijitalleşme iletişimi, üretim ve pazarlama stratejilerini, tüketim alışkanlıklarını, eğitim sistemini, devlet toplum ilişkilerini ve siyasi katılım süreçlerini radikal bir biçimde etkiliyor. Dijital teknolojilerde liderlik yarışında ABD karşısında Çin önemli bir aktör olarak öne çıkarken, AB de bilim ve araştırma projeleri ile bu alanda AB’nin geri kalmasını önlemeye çalışıyor. Komisyon’un yeni program öncelikleri arasında da dijitalleşmeye uyum yer alıyor.
Dijitalleşmenin yanında, yine Komisyon öncelikleri arasında yer alan yeşil anlaşma ile AB’nin iklim değişikliğinin getirdiği değişime uyum sağlaması ve 2050 yılına kadar karbon nötr bir ekonomi yaratma hedefi benimsendi. AB bu alanda da enerji verimliliği, yenilenebilir enerji, sürdürülebilir büyüme ve döngüsel ekonomi gibi kavramlara işlerlik kazandırarak dünyada öncü bir rol oynamayı hedefliyor.
Bunların yanında daha temel bir değişim ve dönüşüm de ekonomi ve iş dünyasında yaşanıyor. Ekonomik ve parasal birlik oluşturma sürecine damgasını vuran neoliberal modelin olumsuz yanları 2008 küresel finansal krizinden beri giderek daha fazla görünür hale geldi. Kamu otoritesinin gelir eşitsizliklerini dengelemeye ve kamu hizmeti sağlamaya yönelik olarak daha fazla görev üstlenmesi ve ekonomide yönlendirici olarak düzenleyici rol alması gerekiyor. Dijitalleşme ve yeni teknolojilerin kullanımı iş dünyasının talep ettiği becerilerin değişmesine ve işsizliğin yükselmesine neden oluyor. Ticaretten eğitime, sanayiden istihdama kadar tüm politikaların gözden geçirilmesi ve güncel gelişmelere uyum sağlanması gerekiyor.
Almanya’nın dönem başkanlığı döneminde görüşülecek konulardan biri de 2021-2027 çok yıllı mali çerçevesi yani AB’nin bütçesi. Birleşik Krallık’ın ayrılmasından sonra bütçenin belirlenmesi Üye Devletler arasında önemli pazarlıklara konu olmaya başladı. Özellikle bütçeye net katkıda bulunan bazı Üye Devletler bütçeye yapacakları katkının artmasına karşı çıkıyor.
Almanya çok yıllık mali çerçevenin hızla görüşülüp sonuçlandırılmasını istiyor. Bu kapsamda koronavirüsün yol açtığı sosyal ve ekonomik krizi alt etmeye yönelik kurtarma fonu görüşmeleri de eş zamanlı olarak ilerleyecek. AB ekonomisinin dijital ve yeşil dönüşümüne kaynak ayırma ve özellikle firmaların dönüşümüne yardım etme imkanı olacak.
Ekonominin yanında AB’nin güçlü bir küresel aktör olması ve göç politikası da Almanya Dönem Başkanlığının odağında olacak. Dünyada özellikle ABD ve Çin arasındaki rekabetin ve sürtüşmelerin arttığı, sıcak çatışmaların süreklilik kazandığı ve sistemik istikrarın bozulduğu bu dönemde AB için kendi değerlerini savunmak ve öncelikleri kabul ettirmek her zamankinden daha zor. Almanya liberal değerlerin hüküm sürdüğü bir küresel düzenin savunuculuğunu yaparken, aynı zamanda dünya düzeninin değişen yapısından kaynaklanan sınamalar ile baş etmek durumunda kalacak. Bu dönemde AB-Afrika ve AB-Çin Zirvelerinin de düzenleneceği belirtiliyor.
Suriye ve Libya gibi sorunlarda güçlü bir varlık ortaya koyamayan AB’nin çevresinde güç kazanan Rusya ve Çin gibi aktörler karşısında tutarlı ve uygulanabilir stratejiler oluşturması gerekiyor. Yalnız Rusya veya Çin değil, Suriye ve Libya gibi bölgesel sorunlara müdahil olup, Doğu Akdeniz’de AB çizgisinden ayrılan Türkiye de AB için bir meydan okuma oluşturuyor. Bugüne kadar yaptırımlardan sonuç alamayan AB’nin Türkiye ile ilişkilerini işbirliği ve güven esasında düzenlemesi için elinde etkili bir araç da bulunmuyor. Bu süreçte Türkiye değerler açısından da AB’den ayrışmaya hızla devam ediyor.
2015-16 mülteci krizi AB içinde göç konusundaki ayrışmayı ortaya koymuş ve iltica politikasının reformuna ihtiyaç olduğunu göstermişti. Bugüne kadar bu reform konusunda uzlaşı sağlanamadı. Almanya’nın Dönem Başkanlığında bu konudaki reform çalışmaları da devam edecek. Diğer bir önemli konu ise Almanya’nın dönem başkanlığında tamamlanması öngörülen Birleşik Krallık ile üyelik sonrası dönemi belirleyecek olan anlaşmanın görüşmeleri. Bu görüşmelerin 2020 sonunda tamamlanması öngörülmekteydi. Ancak görüşmelerde yaşanan sorunlar herhangi bir anlaşmaya varılmadan bu sürenin bitmesi tehlikesini gündeme getiriyor. Almanya dönem başkanlığı bu çetrefil sorun ile de uğraşacak.
Yeni “Trio” Dönemi
Almanya’nın dönem başkanlığı ile birlikte “trio” olarak adlandırılan üçlü dönem başkanlığı dönemi de başladı. Almanya’dan sonra dönem başkanlığını 1 Ocak 2021’de Portekiz, ardından da 1 Temmuz 2021’de Slovenya üstlenecek. Almanya dönem başkanlığı sırasında üçlü dönem başkanlığı sistemi gerekleri doğrultusunda bu iki ülkeyle yakın bir çalışma gerçekleştirecek. Üçlü dönem başkanlığının programında şu öncelikler yer alıyor:
-Avrupa’nın çıkarlarını ve değerlerini dünya genelinde teşvik ederken, adil ve sosyal bir Avrupa’yı sürdürmek, sosyal uyum, hukukun üstünlüğü, eşitlik, insan hakları ve kurumsal sosyal sorumluluk ilkelerini gerçekleştirmek ve salgından çıkarılan dersleri içselleştirmek.
-İnsan haklarına saygılı ve vatandaşları kötü niyetli siber faaliyetler ve dezenformasyondan koruyan dijital dönüşümü şeffaf bir biçimde ve Avrupa genelinde güvence altına almak. Eğitim, araştırma, finans ve sağlıkta dijital ilerleme sağlamak. Dijitalleşme ve yapay zekada dijital egemenliği sağlamak ve güçlendirmek. İş hayatının geleceğini dijitalleşme dahil olmak üzere aktif bir şekilde şekil vermek.
-Göç için kapsamlı, daimi ve krizlere karşı dayanıklı çözümler bulmak, yasadışı göç ve insan kaçakçılığına karşı çabaları artırmak, göçün temel sebeplerini ele almak.
-Avrupa’nın teknolojik ve sınai egemenliğini ve dirençli ve rekabetçi bir Tek pazarı geliştirmek, tek Pazar kurallarının etkin ve adil bir biçimde uygulanmasını sağlamak, eşit koşullar oluşturmak, etkili ve adil vergilendirme sağlamak ve kara para aklama ile mücadele etmek, açık, adil sürdürülebilir ve kural temelli ticareti desteklemek.
-Sanayinin rekabet gücünü artırmak ve kobiler için istikrarlı bir yatırım ortamı sağlamak, Avrupa’nın yararına olacak stratejik değer zincirleri, sektörler ve projeleri belirlemek, Ekonomik ve Parasal birliği derinleştirmek, finansal sektörü dijital çağa sokmak.
-Tüm bölgelerde yenilikçi, sürdürülebilir ve akıllı bir ekonomik dönüşüme yatırım yapmak, rekabet edebilirliklerini geliştirmek, iklim nötr ve yeşil bir Avrupa inşa etmek, 17 adet sürdürülebilir kalkınma hedefine ve Avrupa Yeşil Anlaşması hedeflerine ulaşmak.
-Birliğin Dış ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi ile birlikte Avrupa değerlerini uluslararası düzeyde savunmak, Batı Balkanlara genişleme sürecini devam ettirmek, Doğu ve güneyde iddialı bir komşuluk politikası uygulamak ve Afrika ile işbirliğini geliştirmek, uluslararası işbirliklerini beslemek ve Avrupa savunma politikaları ve ilişkilerini incelemek.
Almanya Beklentileri Karşılayabilecek mi?
Makalenin girişinde de sözü edildiği gibi, Almanya’nın dönem başkanlığı çok zor bir dönemde gerçekleşiyor. Çözülmesi gereken sorunlar, yoluna koyulması gereken bir normalleşme süreci ve tamamına erdirilmesi gereken görüşmeler ile birlikte Almanya’dan imkansızı gerçekleştirmesi bekleniyor bile denilebilir. Almanya AB’nin en güçlü ülkesi bile olsa, İkinci Dünya Savaşı’ndan yenik ve insanlığa karşı işlenmiş suçların faili olarak çıkmanın getirdiği yük ile, siyasi lider olmak konusunda hep çekimser davrandı. Fransa ile birlikte yürüttüğü liderlikte genelde bir adım arkada yer aldı ve Macron döneminde de gördüğümüz gibi Fransa’nın bazı iddialı hedeflerine katılmaktan geri durdu. Ancak Mayıs ayında açıklanan ve Merkel ve Macron ikilisinin imzasını taşıyan kurtarma fonu inisiyatifi Almanya’nın bundan sonraki dönemde AB adına daha etkin olacağını ortaya koyuyor.
2008-2010 küresel krizinde Yunanistan gibi ülkelere yardım konusunda katı koşullar getirilmesinde ısrarcı olan Almanya bu kez koronavirüs salgınından en olumsuz etkilenen İtalya gibi üye devletlere destek olunmasında daha alicenap bir tavrı benimsedi. Bunun altında Almanya genelinde ve Merkel özelinde AB’nin içinde olduğu krizin varoluşsal bir kriz olduğu ve eğer çözümlenemezse AB’nin geleceğini zora sokacağı bilincinin yanında, sadece AB’nin Almanya’ya değil, Almanya’nın da AB’ye ihtiyacı olduğu kabulü de yatıyor.
Türkiye’nin AB adayı ilan edilmesinden üyelik müzakerelerine başlama kararının alınmasına kadar yani 1999-2004 döneminde Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden sorumlu üyeliğini yapmış olan Günter Verheugen’ın sözleri ile “Merkel tüm sorunları çözemez ama yeni bir momentum yaratabilir”.
Türkiye için Fırsat Penceresi mi, Gerilim Hattı mı?
Almanya AB Konseyi Dönem Başkanlığını üstlenirken, Türkiye-AB ilişkilerinin onarılması ve canlandırılması yönünde bazı beklentiler olduğunu görüyoruz. Bu beklentilerin altında Almanya’nın AB’de karar alma sürecinde etkili bir aktör olmasının yanında, Türkiye ile önemli ekonomik, siyasi ve insani ilişkileri olan bir AB ülkesi olması yatıyor. Ancak bunun da ötesinde koronavirüs pandemisi sonrasında AB’nin küresel tedarik zincirlerini yeniden düşünmesi, üretim merkezlerini AB’ye daha yakın bölgelere taşıma niyeti ve sağlık, gıda gibi çeşitli sektörlerde yeni stratejiler oluşturmakta olması da beklentileri artıran önemli bir etken. Almanya’nın dönem başkanlığı Türkiye ile ilişkilerin masaya yatırılması ve daha olumlu bir yöne doğru sevk edilmesi açısından önemli bir fırsat sunuyor.
Almanya’nın AB Dönem Başkanlığı dönemine ilişkin iyimser beklentilerin gerçekçi temellere oturtulması gerekiyor. AB ile üyelik müzakerelerinde son faslın açıldığı Haziran 2016’dan bu yana Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde giderek kötüleşen olumsuz bir sürecin işlemekte olduğunu hatırlamakta fayda var. Bu olumsuz gidişat Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosunun Türkiye raporlarında, Komisyon Başkanı ve Üye devlet temsilcilerinin söylemlerinde yer alan eleştiriler ve uyarılar çerçevesinde belirginleşti.
O günden bu yana müzakerelerin resmi olarak askıya alınmasa da filli olarak donmasının yanında, Türkiye’nin vize serbestliği ve gümrük birliğinin güncellenmesi gibi alanlardaki beklentileri de karşılanmadı. 26 Haziran 2018 tarihinde toplanan Genel İşler Konseyi sonuç belgesinde şu ifade yer aldı: “Konsey, Türkiye’nin AB’den uzaklaşmaya devam ettiğini not eder. Bu nedenle, Türkiye’nin katılım müzakereleri durma noktasına gelmiştir ve yeni fasılların açılması veya kapatılması düşünülememektedir ve AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin modernizasyonuna yönelik çalışma gerçekleştirilmesi öngörülmemektedir.”
2019’da Kıbrıs karasularında ve münhasır ekonomik bölgesinde hidrokarbon arama çalışmaları Türkiye ve AB arasında ilişkileri daha da gergin bir noktaya taşıdı. 15 Temmuz 2019’da Konsey Türkiye’ye karşı bir dizi yaptırım kararı aldı. Konsey kararında, Türkiye ile Kapsamlı Hava Taşımacılığı Anlaşması müzakerelerinin askıya alınması, mevcut durumda Ortaklık Konseyi ve Yüksek Düzeyli Diyalog toplantılarının yapılmaması, 2020 için öngörülen katılım öncesi yardımın azaltılması ve Avrupa Yatırım Bankası’nın Türkiye’ye yönelik borçlanma faaliyetlerini gözden geçirmeye davet edilmesi yer alıyordu. Son dönemde Türkiye’nin Suriye operasyonu ve Libya’ya giderek daha çok müdahil olması özellikle Fransa gibi bazı Üye Devletlerde rahatsızlık yarattı.
15 Mayıs tarihinde AB Dışişleri Bakanları bildirisinde Türkiye’ye Kıbrıs münhasır ekonomik bölgesindeki faaliyetleri durdurma, AB tarafından tanınan Güney Kıbrıs yönetiminin egemen haklarına saygı gösterme çağrısında bulunuldu. Türkiye’nin Yunan ulusal hava sahasını ihlal ettiği, meskun yerler ve karasuları üzerinde uçuşlar gerçekleştirdiği, bunların uluslararası hukukun ihlali olduğu ifade edildi.
Doğu Akdeniz’de Türkiye ile AB arasında kritik bir jeostratejik ayrımın daha da derinleştiği görülüyor. Özellikle Fransa ve Yunanistan arasındaki yakınlaşma ve Türkiye’nin mavi vatan tezlerine karşı deniz yetki alanları belirlenmesinde ortak hareket etmesi Türkiye’nin AB sürecinde işini daha da zorlaştıracak olan gelişmeler olarak değerlendirilmeli. Son olarak Fransa’nın Türkiye’nin Konsey toplantısında ele alınması çağrısına karşı Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Türkiye’nin kendisine karşı alınacak yaptırım kararlarına karşı AB’ye yönelik yaptırım uygulamasına gidebileceğini belirtti.
Öyle görülüyor ki, Türkiye’nin son dönemdeki dış politika atakları ve bölgesel çatışmalara yönelik müdahaleleri AB’de birçok çevreyi endişeye sevk ediyor. Türkiye’ye karşı sert kararlar manzumesinin bu şartlar altında devam edeceği ve ayrışmanın daha da derinleşeceği öngörülebilir.
Öte yandan, Türkiye’deki siyasi gelişmeler, özellikle çoklu baro sistemi ve sosyal medya kısıtlamaları ile ilgili gelişmeler siyasi kriterler alanında da Türkiye’nin AB’den uzaklaşmaya devam etmekte olduğunu gösteriyor. Son olarak, 4 Temmuz 2020 tarihinde, medyada Büyükada Davası olarak geçen davada 4 sanığın hapis cezası alması üzerine AB Dış ve güvenlik Politikası Sözcüsü Peter Stano’nın açıklamasında mahkeme kararının üzücü olduğu ve AB’nin Türkiye’de temel alanlardaki geriye gidişi ile ilgili ciddi endişelerini daha da derinleştirdiği ifade edildi.
Bir aday ülke ve Avrupa Konseyi’nin eski bir üyesi olarak Türkiye’nin Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını uygulaması gerektiği vurgulandı. AB-Türkiye ilişkilerinin temel taşları olan hukukun üstünlüğü ve temel haklar alanında Türkiye’nin somut ilerleme kaydetmesi gereğinin altı çizildi. Türkiye’de AB üyelik hedefine bağlılığın zaman zaman altı çizilse de somut reform adımları ile taçlandırılmadıkça bu tür söylemlerin pek fazla değeri kalmıyor.
Bu arkaplan dikkate alındığında, Almanya’nın AB Dönem Başkanlığı başlarken, Türkiye-AB ilişkilerindeki bu olumsuz gidişatı geriye döndürmenin zorluğu göz önünde bulundurmalı ve koşulları değiştirmeden radikal bir değişim beklenmemeli. Bu dönemde ilerleme beklenebilecek konuların başında mülteci konusundaki işbirliğinin sürdürülmesine yönelik adım atılması geliyor. Bu konu ilişkilerdeki tüm zorluklara rağmen, 2016’dan beri Türkiye’deki Mülteciler için Mali Yardım programı kapsamında projelere verilen destekle sürdürülüyor.
Şubat ayında, Yunanistan sınırının Türkiye tarafından açılması ve göçmen ve sığınmacıların sınıra yönlendirilmesi ile ilişkilerde ufak çağlı bir kriz yaşanmıştı. Türkiye’nin amacı AB’nin mülteciler konusunda daha fazla yük üstlenmesi, Türkiye’nin elindeki kozun önemini görmesi ve 18 Mart mutabakatında yer alan vize serbestliği ve gümrük birliğinin güncellenmesi gibi konularda bir ivme yaratmak istemesiydi. Ancak AB Türkiye’nin bu hamlesine Yunanistan’a destek olarak ve Yunanistan-Türkiye sınırının aynı zamanda AB’nin de sınırı olduğunu söyleyerek karşılık vermişti. Öyle görünüyor ki mülteci konusunda var olan mali işbirliğinin devamına yönelik olarak Türkiye-AB ilişkilerinde bazı gelişmeler görsek de, bu konunun AB ile ilişkilerde bir anahtar rolü oynamasını beklemek gerçekçi olmayacak.
Öte yandan, koronavirüs sonrası dünyada artan Çin-ABD rekabeti altında, Avrupa’nın küresel aktör olma, stratejik özerkliğini artırma, dijitalleşme başta olmak üzere teknolojik yeniliklere ayak uydurma, serbest ticaret düzenini savunma ve Yeşil Anlaşma gibi hedeflerini yerine getirmede oldukça zorlanacağı görülüyor. Yukarıda da sözü edildiği gibi Almanya’nın dönem başkanlığına koronavirüs krizi sonrasında normalleşmenin yanında Brexit sürecinin tamamlanması da damgasını vuracak.
Bu zor koşullar altında önemli bir bölgesel aktör olarak Türkiye’nin AB ile yakınlaşması AB’nin yararına olabilir. Ancak bunun gerçekleştirilebilmesi için hem Türkiye’nin demokrasi, özgürlükler ve hukukun üstünlüğü açısından güçlü bir reform programını benimsemesi hem de Doğu Akdeniz, Suriye ve Libya gibi konularda AB ile Türkiye arasındaki derin ayrımı tersine döndürecek bir güven ve işbirliği döneminin başlaması gerekir.
Görünen o ki, Almanya’nın dönem başkanlığı Türkiye açısından bir fırsat penceresi olsa da bu fırsat penceresini açmak kolay olmayacak. Fırsat penceresi yerine gerilim hattındaki gelişmelerin devamını görebiliriz. Almanya’nın yapabileceği gerilimin daha da artmasını ve Türkiye ile gereksiz biçimde, yeni bir krizin çıkmasını önlemek olabilir.
Nesrin Nas – İKV Genel Sekreteri
Not: Bu yazı, perspektifonline sitesinden alınmıştır.