25 Kasım 2024 Pazartesi
Köy Enstitüleri kapanmasaydı…

Köy Enstitüleri kapanmasaydı…

Köy enstitüleri, 17 Nisan 1940 tarihinde kuruldu. Kuruluşunun üzerinden 80 yıl geçse de ezberciliği reddeden, özgür, aktif yurttaşlar yetiştirmeyi hedefleyen bu kurumlar günümüzde hâlâ hatırlanıyor.

Sene 1946.

Artvin’in Yusufeli ilçesine bağlı Değirmentaşı köyünde yaşayan yoksul bir çiftçi ailesinin küçük oğlu tek başına yola çıkıyor. Köyleri, ormanları geçip ana caddede bir kamyoncu kendisini alana kadar yürüyor. Kars’a gitmek istiyor. Ömründe ilk kez motorlu bir araç görüyor. Hem bir araca binmenin heyecanı hem kasanın arkasında saatlerce ayakta yolculuk etmenin yorgunluğu hem de sonunda kavuşacağı şeyin hayaliyle kalbi durmadan çarpıyor. Hızlı hızlı. Sağlık raporu alması gereken doktora ulaşıp muayene olunca, doktor kalbinin rahatsız olduğunu sanıyor. “Yarın tekrar gel” diyor. Ve ertesi gün gidince yaşadıklarını anlatıyor. Doktor yeniden muayene edip hiçbir sorunu olmadığını söyleyip raporu veriyor. Ve böylece o küçük çocuğun, Nevzat’ın önünde Kars Cılavuz Köy Enstitüsü’ne kayıt yaptırabilmek için hiçbir engel kalmıyor.

O, 1940’lı yıllarda büyük ideallerle köylerden birer ok gibi fırlayıp Türkiye’nin dört bir yanına dağılan köylü çocuklardan sadece biriydi. Raporu aldığı o anı “Memleketin öğretmene ihtiyacı var. Sanki bana tüm Türkiye’yi, tüm dünyayı vermişler gibi gelmişti” diye anlatmıştı.

Köy enstitüleri 17 Nisan 1940 tarihinde kuruldu. O dönemin Milli Eğitim Bakanı ve şair Can Yücel’in de babası olan Hasan Ali Yücel ile İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un büyük emekleriyle. Bu yıl kuruluşunun 80. yıldönümü. Türkiye çapında etkinlikler planlansa da koronavirüs krizi buna engel oldu. Peki, köy enstitülerinin hikayesi nasıl başladı?

Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Kemal Kocabaş, “1936’da Çankaya’da Mustafa Kemal başkanlığında bir toplantı yapılıyor. O dönemin Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç. Diyor ki Mustafa Kemal, ‘Biz Cumhuriyet’i köylere götüremedik. 40 bin köyün 35 bini okul ve öğretmensiz. Bir çözüm bulalım’” ifadelerini kullanıyor.

Eğitmen kursları açılıyor

İsmail Hakkı Tonguç, bu konuda araştırma yapmak için görevlendiriliyor. Araştırmalar sonucunda ve Mustafa Kemal’in önerisiyle askerliğini başarıyla yapmış çavuş ve onbaşıların çok kısa sürede altı aylık kurslardan geçirilerek köylerde eğitmenlik yapacak şekilde yetiştirilmesi projesi başlıyor.

Prof. Dr. Kocabaş, bu şekilde ilk eğitmen kurslarının açıldığını söylüyor ve ekliyor: “Bu deneyim, deneysel pedagoji yani köyün kendi çocuklarıyla içten canlandırılması olayı. Sadece eğitim öğretim değil, bütün o modern tarım ve hayvancılıkla ilgili teknik ve becerilerin köye iletilmesi olayı.”

Nevzat’ı da askerlikte çavuş olup terhis olduktan sonra altı aylık kursla eğitmen olan biri okutuyor.

Bu deneysel pedagojik yöntemin başarılı olması sonucu 17 Nisan 1940 tarihinde TBMM’den Köy Enstitüleri Yasası çıkıyor. Prof. Dr. Kocabaş, “O yıllarda Avrupa’da faşizm var. Hitler tüm Avrupa’yı kana boyuyor. Trenler Avrupa’da toplama kamplarına insanları götürürken, Türkiye’deki trenler yoksul köy çocuklarını eğitim ve öğretimle, kitapla, eğitim hakkıyla, sanatla, müzikle buluşturmak için taşıyor” ifadelerini kullanıyor.

Kız öğrencilere pozitif ayrımcılık

Köy enstitüleri aynı zamanda pozitif ayrımcı olarak tanımlanıyor. Prof. Dr. Kocabaş, “O dönemde kız öğrenci bulmak çok zor. Ükedeki o ilk kız öğrencileri okula göndermek için İsmail Hakkı Tonguç’un bir genelgesi var. Yanında bir kız öğrenci getiren erkek öğrenci, enstitülere sınavsız kabul ediliyor” bilgisini veriyor.

O dönem okumak için bilmedikleri illere, ilçelere giden köy çocukları günümüz öğrencileri kadar şanslı değil. Onları hazır binalar beklemiyor. En azından ilk yıllarda. Yemekhaneleri, yatakhaneleri, sınıfları kendileri inşa ediyorlar. Prof. Dr. Kocabaş, “Ama bunu yaparken de iş içinde eğitim aracılığıyla yapıyorlar yani harç kararken kimya öğreniyorlar. Binanın çatısını yaparken Pisagor teoremini öğreniyorlar, elektrik döşerken teknik öğreniyorlar. Bu nedenle köy enstitüleri eğitim sistemi, ezberci olmayan, hayatın gerçek problemleri üzerinden öğrenmeyi sağlayan bir eğitim sistemidir. Köy enstitüleri sadece bir öğretmen yetiştirme kurumu değildir” diyor.

Zamanla köy enstitülerinde sağlık kolları açılıyor. Prof. Dr. Kocabaş, “Şimdi bugünkü salgını yaşarken o sağlık kolunun açılmasında ne büyük bir öngörü olduğunu görebiliyoruz. Bütün köy enstitülerinde sağlık kolu açılıyor çünkü köy hizmetleri bakıyor, köylerde salgın hastalıklar pek çok. Problemler var. Hijyen konusunda. O nedenle bu sağlıkçılar da halk sağlığı anlamında öğretmenlerle beraber omuz omuza çalışıyor” bilgisini veriyor.

Öğretmenler köylerin her şeyiydi

Köy enstitüsü öğrencileri pedagoji eğitimi alırken aynı zamanda demirci, yapıcı ya da marangozluk eğitimi de alıyordu. Prof. Dr. Kocabaş, “Benim babam İzmir Kızılçullu Köy Ensitüsü mezunuydu ve köye geldiğinde demircilik aletleriyle gelmiş, bir demircilik atölyesi açmıştı” bilgisini veriyor.

Artvinli Nevzat da okulu bitirince öğretmen oluyor. Türkiye’nin en doğusunda köy enstitüsü olarak başladığı ama zaman içinde ilköğretmen okuluna dönüştürülen Kars’taki okulundan mezun olup önce köyünde sonra Türkiye’nin en batısındaki illerden birinde, İstanbul’un Silivri ilçesindeki bir dağ köyü okulunda öğretmenliğe başlıyor. Başka köy çocuklarını yetiştirmek üzere. Ama yaptığı iş öğretmenlikle sınırlı kalmıyor tabii: “Okuldan arta kalan zamanlarda köyün işleriyle uğraşırdım. Köyün muhasebecesi, sağlık görevlisi, her şeyi bendim. Başı sıkışan bana gelirdi. Köyün içme suyu şebekesini yeniledik. Köylülerin odunları satabilmesi için kantar yapılması gerekti. Mühendisler inşaat için 70 bin lira istedi. Çok geldi. Köylüler ve muhtar rica etti. Projeyi de ben çizdim. Mimar da oldum yani…”

Sanatla, müzikle tanışan çocuklar

Öte yandan köy enstitülerinde okuyan öğrenciler ilk kez klasiklerle tanışıyor. Prof. Dr. Kocabaş, “Hasan Ali Yücel döneminde açılan tercüme bürosunda tercüme edilen 490 klasiğin en çok okunduğu yerler köy enstitüleridir. Eğitim sisteminde müzik aleti çalma zorunluluğu var. Bütün köy enstitülüler bir enstrüman çalmıştır. Bütün köy enstitülüler mutlaka o kitap okuma tartışma saatlerinde kitaplar okumuşlar, özetler çıkarmışlar, enstitülerde yayınlamışlardır. Halk oyunları ilk kez köy enstitüleri eğitim sisteminde yer almıştır. Köy enstitülerinde derslerin yüzde 50’si kültür dersleri yani Türkçe, matematik, fizik, kimya; yüzde 25’i tarım dersleri, uygulamalı; yüzde 25’i zanaat dersleri demircilik, yapıcılık, marangozluktu. Köy enstitüleri tümüyle uygulamalı eğitim yapan eğitim kurumlarıydı” diyor.

Nevzat öğretmen de Cılavuz’da okurken sabahları keman sesi ve şarkı söyleyen bir öğrencinin sesiyle uyandıklarını anlatırdı. Sabah ya da akşam yemekhaneye giderken 10. yıl marşını söyleyerek coşkuyla yürüdüklerini.

1946 yılına kadar 20 köy ensitüsü kuruldu. 1947’de 21’incisi. Peki, sonra neden kapatıldı? Prof. Dr. Kocabaş şöyle anlatıyor: “CHP içindeki dengeler değişiyor. 1940’lı yılların başında CHP’de ilericiler ve hümanistlerin egemenliği var. 46-47’de ise CHP içerisindeki sağ bir grubun, tutucu, muhafazakar, ırkçı bir grubun yönetime gelmesi var. Dolayısıyla fotoğraf değişiyor. Dünyadaki dengeler de değişiyor bu arada. Türkiye’nin NATO’ya girme yolculuğu. Sovyetler Birliği olayı. Oradaki aydınlanma hareketi, insanlaşma, özgürleşme hareketini tehdit olarak algılayan bir feodal toplum yapısı ve dış dinamiklerin etkisi ve bu süreçteki etkileriyle CHP. İsmet İnönü artık köy enstitülerinin arkasında durmamaya başlıyor. Yücel’in ve Tonguç’un görevden ayrılmasına adeta göz yumuyor. Ve bu arada köy enstitülerindeki sistemi değiştirmeye başlıyorlar. Köy enstitüleri demokratik eğitim kurumuydu. Öğrencinin yönetime katıldığı bir eğitim kurumuydu. Bunu kaldırıyorlar. Kitap okuma tartışma saatlerini ortadan kaldırıyorlar. 1950 yılında da köy enstitülerindeki karma eğitime son veriliyor. Erkekler ayrı bir yere, kızlar ayrı enstitülere gönderiliyor. 1954 yılında Demokrat Parti döneminde köy enstitüleri ilköğretmen okullarına dönüştürülüyor.”

Türkiye ne kaybetti?

Türkiye’nin son 20 yılda çok hızlı bir şekilde akıl ve bilimden uzaklaştığını kaydeden Prof. Dr. Kocabaş, “Köy enstitüleri, hayatın gerçek problemlerini öğrenmeyi ve özgür, aktif yurttaşlar yetiştirmeyi hedefleyen eğitim kurumlarıydı. Türkiye bunu kaybetti. Düşünce devrimini, kültür devrimini, merak eden, eleştiren insan yetiştirme kültürünü kaybetti. 80. yıl dönümünde bizim tek dileğimiz Türkiye’de eğitim sisteminin reformize edilmesi. Çünkü bu salgın hastalık gösterdi ki günümüzün bütün bu küresel ve ulusal sorunlarının çözümü akıl ve bilimde” diyor.

Köy enstitülerinden yaklaşık 1600-1700 kız öğrenci mezun oldu. 1400 sağlıkçı yetişti. 17 bin 300 öğretmen, 8 bin 500 eğitmen yetişti. Köy enstitülerinin kurulduğu 1940 yılında Türkiye’nin nüfusu 17 milyon 800 bin, kapatıldığı 1954 yılında 20 milyon 900 bin civarındaydı.

Nevzat öğretmen de emekli olana kadar okulundan hiç ayrılmadı. Binlerce öğrenci yetiştirdi, ona öğretilenleri kendisi gibi okuma azmiyle tutuşan köylü çocuklarına aktardı. Yaz-kış. Yaz tatillerinde de köylülerin ihtiyaçlarına yetişebilmek için çalıştı. Ve bu haberde kendisine ait alıntıları da hayatını kitaplaştırmak isteyen torununa, bu haberin yazarına verdiği röportajlarda anlattı. 16 Nisan 2016 tarihinde hayata gözlerini yummadan önce.

Başak Sezen – DW Türkçe