ABD, Rusya ve Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerini, AB hedefini koruyan ve bu hedefe yönelik adımlar atan bir Türkiye’nin daha ‘güçlü’ kuracağı kesin. Bu hedeften vazgeçmiş bir Türkiye’nin ise iç siyasal düzeninde de, demokrasiden de hızla uzaklaşacağı çok net görüldü
Yenilenmiş Avrupa Birliği’ne (AB) göz atalım. Yaz başında Avrupa Parlamentosu’nun (AP) 751 parlamenteri yenilendi. Beş yıl boyunca görev yapacak yeni bir AP ortaya çıktı. Yine aynı sürelerde görev yapacak olan, AB’nin ‘hükümeti’ konumunda yeni bir AB Komisyonu belirlendi.
Ve bu kurumlarda Türkiye’den sorumlu kişiler de tespit edildi. AB Komisyonu’nda, ‘Genişlemeden sorumlu’ temsilciliği, Macar Oliver Varhelyi üstlenecek. Dolayısıyla AB’nin Türkiye sorumluluğunu ve yürümese de ikili ilişkileri birebir bu kişi yürütecek.
AP’de de ‘Türkiye Raportörü’ değişti. AP milletvekili değil, daha çok ‘Sivil Toplum Kuruluşu Temsilcisi’ gibi çalışan ve hem çıkışları hem de tavırlarıyla tepki çeken Hollandalı Kati Piri’nin görevi nihayet sona erdi. Onun yerine bu işi, İspanyol Hacho Sanchez Amor yürütecek.
Orban’ın adamı
AB Komisyonu’nun Macar temsilcisi Varhelyi’nin, Macaristan Devlet Başkanı Victor Orban’a bağlılığı biliniyor. Orban’ın da, AB’nin birçok ülke lideri tarafından ‘tepki çeken biri’ olmasına ve radikal çıkışları AB içinde pek kabul görmese de Cumhurbaşkanı Erdoğan’la kurduğu yakın ilişki dikkati çekiyor. AB’nin genişlemesine karşı olmasına rağmen neredeyse AB içinde Türkiye’ye destek veren ‘yegâne lider’ denilebilir. Dolayısıyla Varhelyi’nin sürdüreceği politikanın ‘Orban çizgisinde’ olma ihtimali yüksek. Tabi ne kadar bağımsız olabilirse o kadar.
AP Raportörü İspanyol Hacho Sanchez Amor’a gelelim. Geçenlerde DW’den Kayhan Karaca’ya konuştu ve “Tek niyetim yardımcı olmak ve Türkiye dosyasını şu anda olduğu durumdan daha iyi bir konumda bırakmak. Bu yolda bazı sonuçlar elde edeceğimi düşünüyorum. Türkiye’ye karşı objektif bir yaklaşıma sahibim” dedi. İspanyol politikacı, Türkiye’deki ‘Avrupa yanlısı’ güçlerin terk edilmemesi gerektiğini söylüyor ve “Türkiye üzerinde nüfuz sahibi olmak ve bu sosyal güçleri AB projesine bağlı tutmak için elimizdeki tek kaldıraç güç, katılım süreci veya ileriye yönelik diğer ilişki yollarıdır” diyor. Yani üyelik müzakeresinin sonlandırılmasının aynı zamanda AB’nin elinden de önemli bir gücü alacağını kaydediyor. Yeni ya da ‘Yenilenmiş’ Avrupa Birliği’nden bazı bilgiler bu şekilde.
AB Komisyonu’nun başına gelen Alman Ursula von der Leyen ise, Angela Merkel’in kabinesinde ‘Savunma Bakanı’ olarak görev yapıyordu. Merkel’in, farklı siyasi tavırları ‘dengelemeye’ çalışan üslubunu mutlaka sürdürecektir ve Türkiye’ye yönelik ‘Ne seninle, ne sensiz’ siyaseti uygulamaya devam edecektir. Yani çıpasını AB’ye atmış ve ‘üyelik süreci’ devam eden ama sonunda ‘ayrıcalıklı bir statü’ uygulamasını isteyen anlayıştan söz ediyorum.
AB’siz Türkiye hem içeride hem dışarıda sorunlu
Bu dönemde Türkiye hem uluslararası ilişkilerinde hem de iç siyasetinde bütünsel bir kriz içinde. Bu krizi yaratan unsurların başında ‘AB ile ilişkilerin olumsuz’ olması geliyor. AB üyeliği hedefini koruyan, bu hedefe yönelik reformlarını gerçekleştiren, adımlarını müzakere kriterlerine göre atan ülke, hem iç hem de dışarıda bu sorunları yaşamaz.
Niye mi? Açıklayayım…
Krizin iç boyutuna bakalım. Türkiye-AB ilişkileri doğası gereği iç siyaseti etkiliyor. AB ile ilişkilerin kötüleşmesine paralel bir biçimde, müzakere sürecinde elde edilen tüm demokratik kazanımların kaybedildiği, darbe teşebbüsü ve başkanlık sistemine geçişin ardından da giderek yerleşen, endişe verici bir demokratik gerileyiş ve otoriterleşme süreci yaşanıyor.
Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan bu gerileme aynı zamanda dış politikayı da olumsuz etkiliyor. AB üyesi ya da yakın bir ortağı olan Türkiye’nin mevcut sorunları yaşamayacağı kesin. ABD, Rusya ve Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerini, AB hedefini koruyan ve bu hedefe yönelik adımlar atan bir Türkiye’nin daha ‘güçlü’ kuracağı kesin. Bu hedeften vazgeçmiş bir Türkiye’nin ise iç siyasal düzeninde de, demokrasiden de hızla uzaklaşacağı çok net görüldü.
Önümüzdeki günler ne getirir bilinmez. Ama Türkiye’nin demokratikleşmesinde AB’ye ve onun ‘caydırıcı’ gücüne ihtiyacı var. Ama bu konuda AB’ye de çok iş düşüyor. Her yenilik bir ümittir. ‘Yenilenmiş AB’nin eskisinden daha cesur olmasını diliyorum.