Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi Türkiye’yi nasıl bir ülkeye dönüştürdü? Erdoğan ne umdu, ne buldu? Felce uğratılan kurumlar ve demokrasi onarılır mı? SWP araştırması bu soruları yanıtlıyor, çarpıcı tespitler aktarıyor.
Almanya’nın saygın düşünce kuruluşlarından Bilim ve Politika Vakfı (SWP), yeni raporunda Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini mercek altına aldı.
2018’de yürürlüğe giren “Türk tipi cumhurbaşkanlığı” sisteminin, siyasette ve devletin işleyişinde yol açtığı değişimin incelendiği araştırma, çarpıcı tespitler içeriyor.
Sinem Adar ile Günter Seufert tarafından kaleme alınan ve yeni hükümet sisteminin iki buçuk yıllık bilançosunu gözler önüne seren raporda, 2021 yılının Türkiye’si şu tespitlerle betimleniyor:
“Artık meclis daha güçsüz, güçler ayrılığı baltalanmış durumda, yargı siyasallaştı, kurumlar felce uğratıldı, ekonomik sıkıntılar artıyor ve otoriter pratikler hüküm sürüyor.”
DW’den Değer Akal’ın aktardığına göre 42 sayfalık raporda, yasama, yürütme ve yargı alanında yaşanan son gelişmeler değerlendirilirken, Türkiye’de demokrasi ve temel haklar alanında gerilemelere dikkat çekiliyor.
“Meclis zayıfladı, yargı işlevsizleşti”
Yürütmenin, meclisin bütçe gibi konularda kalan yetkilerine bile müdahale ettiğine işaret edilen raporda, yasamanın zayıfladığı, muhalefet milletvekilleri üzerinde de baskıların arttığı vurgulanıyor. Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılıp kriminalize edildiklerine işaret edilen raporda, “Anayasa açıkça ihlal edilerek, mecliste yapılmış konuşmalar bile, kanunların esnek bir şekilde yorumlandığı, gerçeklerin çarpıtıldığı, ceza kovuşturmalarına yol açabiliyor” tespiti yer alıyor.
Giderek artan siyasallaşmanın yargıya da büyük zarar verdiği belirtilen, “yargı mensuplarının bağımsız karar almaktan korkar hale geldiklerine” dikkat çekilen araştırmada, Türkiye’deki yeni sistemle bürokrasinin de “büyük ölçüde felce uğradığı” aktarılıyor.
“Bürokrasi felç”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini” savunurken, bunun daha etkin bir yönetim anlayışı getireceğini, “işlevsiz” ve “hantal” olmakla eleştirdiği bürokrasiyi de küçülteceğini söylüyordu.
Ancak SWP’nin raporuna göre yeni sistemle birlikte atılan adımlar sonucunda bürokrasi küçülmedi, aksine, oluşturulan yeni birimler, kamu çalışanları sayısındaki artışla daha da büyüdü.
Ülke genelinde işsizliğin artmasına karşın, kamuda işe alımların arttığına, Haziran 2020 itibarıyla kamuda çalışan sayısının neredeyse beş milyona yaklaştığına dikkat çekilen raporda, “Kamudaki bu hızlı büyümeye rağmen devlet idaresi felce uğramış görünüyor” gözlemi aktarılıyor.
Buna yol açan nedenler sıralanırken, AKP Hükümeti’nin 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sorumlu tuttuğu Gülen yapılanmasına mensup ya da mensup olduğu varsayılan kişileri tasfiye etmesi, bunların yerine yapılan liyakattan uzak görevlendirmeler hatırlatılıyor.
Başbakanlığın lağvedilmesi, binden fazla ofisin bulunduğu Cumhurbaşkanlığı sarayında yapılan görevlendirmelere yer verilen raporda, kamu bürokrasisindeki bir diğer önemli sorun şu ifadelerle aktarılıyor:
“Yeni atama kararları, büyük ölçüde nitelik ve liyakat esas alınarak değil, bir dini cemaate ya da siyasi partiye üyelik, Erdoğan ve ailesine yakınlık gibi, yerine getirilecek görev ile ilgisi olmayan, dışsal etkenler dikkate alınarak alınıyor.”
“Parti ile kamu arasındaki sınır buharlaşıyor”
AKP’nin, iktidarının ilk yıllarında özellikle polis, yargı, istihbarat ve orduda Gülen destekçilerine yolu açtığına, darbe girişimi sonrasında ise bu kesimin tasfiyesine yöneldiğine işaret edilen raporda, son dönemde ise bu görevlere “aşırı muhafazakar dini tarikat mensupları” ya da MHP’ye yakın isimlerin getirildiğine dikkat çekildi.
Kurallara riayet etmek ve tarafsız kalmaktan uzak bu yeni kadroların vasıflarının da yetersiz olduğu ifade edilen raporda, kamu bürokrasisinin giderek politize hale gelmesiyle, kamu görevlisi olmak ile parti üyesi olmak arasındaki sınırların da neredeyse ortadan kalktığı kaydediliyor.
Devlet kurumlarının zayıflaması ve felce uğraması konusunda, Merkez Bankası, Türkiye İstatistik Kurumu, Türkiye Varlık Fonu’ndan örnekler aktarılırken, Cumhurbaşkanı ile ailesinin bunlar üzerinde devasa nüfuz sahibi olduğu belirtildi, buralarda “ahbap-çavuş ilişkilerinin” hüküm sürdüğü kaydedildi.
MİT’in artan ve değişen rolü
Türkiye’de yeni sistemle birlikte yürütme gücünün tek bir kişi, yani cumhurbaşkanında toplandığına, kurumlar üzerindeki kontrolünün de “muazzam” olduğuna vurgu yapılan araştırmada, ayrıca Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) son yıllarda edindiği operasyonel yetkiler ve dokunulmazlık zırhı ile ağırlığının arttığına işaret ediliyor.
Raporda, “Günümüzde MİT’in oynadığı merkezi rol, terörle mücadele ve bürokrasinin gözetlenmesi ile sınırlı değil. Anlaşılan o ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, MİT’i aynı zamanda, kendi partisini kontrol altında tutmak için de kullanıyor” görüşü dikkat çekiyor.
“Erdoğan’ın manevra alanı daraldı”
Yeni hükümet sistemi ile birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kurumlar üzerinde “neredeyse sınırsız ve denetimsiz” bir güce sahip olduğu, buna rağmen, hem de sürpriz bir şekilde “cumhurbaşkanının siyasi manevra alanının parlamenter sistemde olduğundan daha da dar hale geldiği” gözlemi aktarılıyor.
“Yeni sistem, ulaşılacağı söylenen hedeflerin gerçekleştirilmesinde başarısız oldu” değerlendirmesine yer verilen raporda, gelinen noktada bugün Erdoğan’ın “iktidarı muhafaza etme mücadelesi yürüttüğü” belirtiliyor.
“Ne ekonomik görünüm ne de sosyal öngörüler umut vaat ediyor” görüşüne yer verilen araştırmada, “Toplumun seküler kesimlerine uygulanan olağanüstü baskıya rağmen, ülke nüfusunun tamamını dindar Müslüman bir millete dönüştürme girişimi de başarısız oldu” görüşü aktarılıyor.
Araştırmaya göre son dönemde AKP’ye seçmen desteği azalırken, Erdoğan’ın iktidarda kalabilmek için MHP’ye olan bağımlılığı daha da artıyor. Erdoğan’ın ayrıca İslamcı kesimdeki destekçilerini de kaybetmekte olduğuna işaret ediliyor.
Soylu ve Akar’a dikkat çekiliyor
“AKP, Erdoğan’ın seçim makinesi işlevini gören bir çarka dönüştü” tespiti yapılan raporda, parti üyelerinin eleştirilerini artık dile getiremedikleri, kararların ise Erdoğan’ın çevresindeki küçük bir grup tarafından alındığı belirtiliyor, “Parti Erdoğan’ın seçim aracı seviyesine düşürüldü ve siyasi katılımın bir kanalı olma işlevini yitirdi” yorumu aktarılıyor.
Erdoğan’ın partisi içinden açık bir meydan okuma ile karşı karşıya bulunmadığı ancak parti içinde, klikler arasında nüfuzunu arttırma mücadelesinin gözlemlenebildiğine vurgu yapılırken, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın popülaritesinin de son dönemde artmakta olduğuna dikkat çekiliyor.
MHP’nin artan gücü
MHP’nin Türk siyasetinde değişen rolü ve devlet kurumlarında artan ağırlığının da mercek altına alındığı araştırmada Erdoğan’a geçmişte sert muhalefet eden Bahçeli’nin darbe girişimi sonrası sunduğu desteğin nedenleri sıralanıyor.
Bahçeli’nin “U dönüşü” olarak nitelendirilen, darbe girişimi sonrası cumhurbaşkanlığı hükümet sürecine verdiği destekle, MHP’nin meclisteki temsil oranına kıyasla çok daha büyük bir siyasi nüfuz alanına sahip olmasını sağladığına dikkat çekilirken, “MHP, yeni sisteme desteğiyle kadrolarına devlet bürokrasisinin kapısını açtı” tespitine yer verildi. Bu dönemde MHP’lilerin yanısıra, Batı karşıtı ulusalcılar ve ayrıca tarikatlara yakın isimlerin de bürokraside boşalan kadroları doldurduklarına işaret edildi.
“MHP artan oranda belirleyici bir siyasi güce dönüşürken, Erdoğan ve partisi yıllar sonra kendilerini savunma konumunda buldu” tespitinin aktarıldığı raporda, güvenlik kurumlarında güçlenen MHP kadrolarına işaret edilerek, “AKP’nin güvenlik bürokrasisi üzerinde tam kontrolü sağlamaya uzak olduğu yönünde sinyaller artıyor. Bu bakımdan güçlenen MHP, cumhurbaşkanının politikalarını belirleme, birlikte belirleyebilme pozisyonunda bulunuyor” görüşü savunuldu.
Demokrasi onarılabilecek mi?
SWP raporunda, Türkiye’deki yeni sistemin demokrasi ve bürokrasinin işleyişinde yarattığı tahribat örnekleriyle anlatılırken, muhalefet partilerinin itirazları ve alternatif oluşturma çabaları da incelendi.
Türkiye’de muhalafet partilerinin parçalanmış halde oldukları, ancak cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine itirazlarının bu partileri bir araya getiren önemli unsurlardan biri haline geldiğine işaret edilen raporda, bununla birlikte partilerin demokrasinin onarılmasını sağlayacak ortak bir vizyon geliştirmeyi başarıp başarmayacaklarının henüz belirsiz olduğu kaydedildi.
Araştırmada, “Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin yol açtığı kurumsal tahribat ve muhalefetin belirsiz görünümü, olumlu yönde kolay ve hızlı bir değişim konusunda ihtiyatlı olunmasını gerekli kılıyor” tespitine yer verildi.
AB ve Avrupa hükümetleri ne yapmalı?
Raporun son bölümde, Türkiye tarihinde bir “dönüm noktası” olduğu belirtilen cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin, AB-Türkiye ilişkilerine etkileri de mercek altına alınıyor.
“Türk Hükümeti’nin önümüzdeki yıllarda demokrasi ve hukuk devletine geri dönmek için adımlar atma olasılığını tasavvur etmek güç” denilen bu bölümde, hükümet tarafından bilinçli izlenen kutuplaştırma stratejisinin, dış tehdit ve Batı karşıtı söylemlerin süreceği öngörüsünde bulunuluyor.
Muhalefetin ciddi güçlüklerle karşı karşıya bulunduğuna işaret edilen raporda, demokrasinin yeniden tesis edilmesinin de güç olacağı görüşü aktarılıyor.
Ayrıca, “AB Türkiye’yi reformlara zorlayamaz. Demokratikleşme için uygun bir iklim ve buna destek veren siyasi akımların olması gerekiyor. Bunların ikisi de şu an için zayıf görünüyor” tespitine yer veriliyor.
Ekonomik istikrar AB için de çok önemli
AB ve üye ülkelerin, Türkiye ile ortak ekonomik ve güvenlik çıkarları alanlarında işbirliği dışında çok da bir alternatife sahip olmadıklarına işaret edilen raporda, Türkiye’nin ekonomik olarak istikrarsızlaşmasının Avrupa’nın çıkarına olmadığının altı çiziliyor.
SWP raporunda, ekonomik ilişkilerin orta ve uzun vadeli olarak güvence altına alınması gerektiği, bu bağlamda da Gümrük Birliği’nin etkili bir araç olabileceği kaydediliyor.
Ayrıca AB’nin hukuk devleti ve demokrasiyi savunan sivil toplum aktörlerini desteklemeye devam etmesi öneriliyor.
“Şüphesiz ki AB demokratik reform adımları atması için Türkiye’yi zorlayamaz” ifadelerine yer verilen raporda, son dönemde ekonomik nedenlerle Ankara’nın tekrar yüzünü Avrupa’ya döndüğü hatırlatılıyor, AB’nin Türkiye’ye sorumluluklarını hatırlatması, demokrasi ve insan haklarını gündemde tutmaya devam etmesi gerektiği vurgulanıyor.
SWP en etkili düşünce kuruluşlarından
1962 yılında kurulan SWP, Almanya’nın en etkili düşünce kuruluşlarından biri olarak kabul ediliyor ve son yıllarda Türkiye ile ilgili çok sayıda araştırmaya imza atıyor.
200 çalışanıyla Avrupa’nın en büyük düşünce kuruluşlarından biri olan SWP, Alman Hükümeti ve Federal Meclis’e danışmanlık veriyor, ayrıca AB, NATO ve BM gibi Almanya için önemli uluslararası kuruluşlara da katkılar sağlıyor. SWP bünyesinde, Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) de faaliyet gösteriyor. SWP finansmanını, kamu kaynaklarından sağlıyor.