“Gezi’de amaç, sadece yaşam alanına değil, insanlık onuruna da sahip çıkmaktı. Özlemle andığımız o kitlesel dayanışmadan, 25. yılını geride bırakan Cumartesi Anneleri’nin payına ne düştü?”
Gezi olaylarının 7’inci yılı. Banu Güven DW’ye yazdı.
Öyle bir hafta ki bu, tüm ağırlığıyla insanın üzerine oturuyor. Korona salgını nedeniyle evlere, yasaklar nedeniyle de çoktandır sosyal medyaya sıkışmış vaziyetteyiz. Hal böyleyken yıl dönümleri nedeniyle bir yanımız Gezi, bir yanımız Cumartesi Anneleri. Sosyal medyada Gezi daha yaygın konuşuluyor. Berkin Elvan’ın ailesi İstanbul’da olduğu için hemen hemen her hafta, Gezi’de öldürülen diğer canların aileleri de İstanbul’a geldikçe Cumartesi Anneleri’nin yanındalar. Taksim Dayanışması bileşenleri de anmalara katılıyor. Peki Gezi’de ortaya çıkan ve özlemle andığımız kitlesel dayanışmadan Cumartesi Anneleri’nin payına düşen ne? Günlerdir aklımda bu soruyla yatıp kalkıyorum.
Cumartesi Anneleri’nin kayıp evlatlarının, yakınlarının hesabını sormak için sokağa çıkmalarının 25. yılı doldu bu hafta. Kocası, çocuğu, kardeşi kaçırılıp ya da gözaltına alınıp kaybedilen kadınların, anaların babaların, kardeşlerin “Ey dünya, ey devlet, ey insanlık duy bizi!” diyerek İstiklal Caddesi’ne çıkışlarının üzerinden 25 kış, 25 bahar geçti. Yerlerde saçlarından sürüklendiler, onlarca kez gözaltına alındılar. Gazı da Gezi’den çok daha önce tattı onlar.
Gezi’den sonra Taksim Meydanı toplantı ve gösterilere kapatıldı. İstiklal Caddesi’ne ise daha sonra sıra geldi. Cumartesi Anneleri 700. Haftaya gelindiğinde İçişleri Bakanı’nın talimatıyla Galatasaray Meydanı’ndan sürüldü. Cadde onlara kapatıldı. Anmayı İnsan Hakları Derneği’nin sokağına taşımak zorunda kaldılar. Zaman zaman orada da gaz yediler. Pes etmediler.
Cumartesi Anneleri Türkiye’nin en uzun soluklu hak eylemi olarak çoktan tarihe geçtiler. Onlarla beraber, devletin suçluları kollayıp koruması da bu toprakların en büyük adaletsizliklerinden biri olarak tarihe geçti. Erdoğan bir ara örtüyü çekecekmiş gibi yapsa da, devlette devamlılık esasına bağlı kalmayı tercih etti. Ne 1980 darbesinin, ne de örtülü ödeneklerle taşeron katillerin kullanıldığı 1990’ların hesabı soruldu. Doksanlı yılların sorumlusu eski başbakan Tansu Çiller, bugün Erdoğan’ın seçim propagandalarında kullandığı bir araç.
Cumartesi Anneleri 25 yıl içinde maalesef kalabalıklaştı, bununla beraber onlara destek verenler arttı ama toplumun büyük bölümü ne yazık ki onlar yokmuş gibi davranmayı sürdürdü. Bazılarının onlardan hiç haberi olmadı! Bu kişiler İstiklal’den geçmiyor, onların konu edildiği haberleri okumuyor ya da izlemiyorlardı. Bazıları ise İstiklal’den geçseler de, onları görmüyordu. Bir yerden önlerine bir haber düşüyordu belki, sonra fazla bakmadan hayatlarına devam ediyorlardı. İstiklal’de yollarına devam ettikleri gibi. Bu insanları ve hak arayışlarını yok sayarak. Yok edilen insanların bir zamanlar varolduğunu düşünmeden, o tedirgin edici dehlizlere girmeden.
O varolan insanlardan biri de 1995’te beyaz bir Toros’un içinde evinin önünden kaçırılan Fehmi Tosun’du. Kaçırıldığı arabanın, Beyaz Toros’un içinden “Beni öldürecekler!” diye bağırmış, karısı Hanım o arabanın arkasından gücü tükenene kadar koşmuştu. Sonrası 25 yıllık koca bir boşluk.
Babasını en son o arabanın içinde gören Besna Tosun da 25 yıldır hak arayışında. İnsan Hakları Derneği (İHD) binasının önündeki 792. hafta anmasından sonra konuştuk. Ona Gezi’yle beraber hayatlarında ne değiştiğini sordum. Besna anlattı:
“Gezi döneminde ben kendi adıma umutlanmıştım. Apolitik insanlar bile oradaydı. Her şeyin farkına vardılar ve gözaltında kayıplar gerçeğini de görecekler diye düşünmüştüm. Biz o dönemde de anmalarımızı sürdürdük tabii. Ama aslına bakarsan, Gezi devam ederken de biz bizeydik, sonrasında da yıl dönümleri dışında biz bize kaldık.”
Neden böyle?
Evet, Cumartesi Anneleri’nin 500. Hafta anması 10 bin kişinin katılımıyla yapılmıştı. Sanki artan farkındalıkla beraber dayanışma da güçlenmişti. Ama sonra ne oldu? Mesela Perşembe günü #CumartesiAnneleri25Yaşında etiketi, Twitter gündeminde kısa bir süre 19. sırada durdu, sonra aşağılara kayıp gitti.
Kayıplar konusu, sadece hak arayışları değil, her şey şu sırada sosyal medyanın dört duvarı arasına sıkıştığı için o kalabalıkta görülmedi diyebilirsiniz ama hepimiz biliyoruz ki mesele bundan ibaret değil. Gezi’de toplanan o büyük kalabalıktan kalkıp Cumartesi Anneleri’nin anmasına giden kaç kişi var? Anmayı geçtik, sosyal medyaya sıkışmış hayatlarda onlarla ilgili bir çift söz eden, bir Tweet atan kaç kişi var?
Gezi, orada toplananların sadece yaşam alanlarına değil, insanlık onuruna da sahip çıktıkları bir dayanışma, bir halk hareketiydi. Hayatları gasp edilen insanlara kitlesel şekilde sahip çıkmak da o özlenen dayanışmanın gereği.